|
Hastalık, beslenme ve diğerleri

Evimizin önünde bir boş arsa vardı. Biz çocuklar orada futbol oynadık. Beşte haftaym, onda bitiyor diyerek ne kadar uzun maçlar yapardık.



Çiğnene çiğnene beton gibi olan zeminde düşmeyegör, ne diz kalır ne dirsek. Yaralanır ve kanamaya başlar.



Aldırmaz, oyuna devam ederdik.



Ninem bir türlü geçmeyen bu yaraları iyileştirmek için bir merhem yapardı. Bir küçük tavaya ceviz içi koyup ısıtırdı. Tâ ki simsiyah olana kadar. Omuz başında durup bir büyücü gibi işine dalmış ninemi izlerdim.



Isınıp yağını salmış olan ceviz içlerine bastıra bastıra yağı çoğaltır bir başka kalın cam veya porselen çanağa alırdı. Bilmiyorum ondan sonra yağa neler katardı. “Gel bakalım yaramaz” diyerek yaralarıma o merhemden sürer, bana birkaç gün top oynamayı yasaklardı.



Yaralarımın o süre içinde iyileştiğini biliyorum.



Geçende televizyonda konuşan aklı başında bir akademisyen, “Tıbbın gelenekseli, moderni olmaz. Bir tek tıb vardır dünden bugüne gelir” diyordu.



Bu ayrımı yapan esasen ilaç tekelleri, şirketleri imiş. Doktor öyle dedi.



Bunlar öyle güçlü kuruluşlar ki, önce ilacı üretiyorlar, sonra ona uygun bir hastalık buluyorlarmış.



Dünya çapındaki bilimsel yayınlara bunlar hakim imiş. Kongreleri bunlar finanse ediyormuş. İlacın üretiminden tüketimine kadar geçen tüm sürece hakim imişler.



Hastalıkların temelinde çokluk beslenme alışkanlıkları olduğu için bu sahayı da besin üreten şirketlerle ortaklaşa kontrol ediyorlarmış.



Artık hepimiz biliyoruz ki; yakın zamana kadar “Aman yumurta yemeyin zararlıdır, aman tereyağı yemeyin damarlarınız tıkanır” diye bizi yönlendirdiler.



Meğerse tereyağını tehlikeli bulmaları bize margarin yedirmek içinmiş. GDO'lu besinler zararlı mı, zararsız mı diye tartışılan bir program izlemiştim. Tartışmacılar birbirini tanıyordu. Hepsi akademisyendi. Hiç âdetim değilken gece ikiye kadar izledim. Sonunda bunlar birbirine düştü ve birbirlerini GDO'lu ürünler satan şirketlerin adamı olarak suçlamaya başladılar.



Dehşet içinde kaldım ve televizyonu kapattım.



Sağlımız ve beslenmemiz, bu alanda öğrenim gören çocuklarımız kimlerin eline düşmüştü.



Bir de her ortamda doğruyu söyleyenler var ki onlara müteşekkiriz.



Meselâ Dr. Yavuz Dizdar. Hoca'nın Hayy Kitap Yayınları arasında “Yemezler” adlı bir eseri çıktı. Bu konu ile ilgilenenler okumalı.



Ayrı bir başlık “Yemesek de Yedirirler” olmalı. Nedir o?



Efendim “Çiğ köfte”.



No'lmuş çiğ köfteye?



Döner ve ekmek arası köftenin saltanatını yıkarak tahta oturmuş. Her ikisinden de fazla satıyormuş, üreticiler bayilik vermeye başlamış, lokanta zincirleri oluşmuş. Tıpkı “Simit Sarayları” gibi.



Tercihin sebebi içinden et unsuru çıkarıldığı için ucuza imal edilmesi ve fevkalade lezzetli olması. Özellikle öğrencinin bütçesine uyması. Bir dürüm çiğ köfte bir ayran üç lira.



Taşranın metropole taşınması ile birlikte mahalli lezzetler de geldi. Diyelim İstanbullu Antep, Hatay, Karadeniz vb. mutfağı ile tanıştı. Yemek çeşitleri fazlalaştı, beslenme alışkanlıkları değişti. Önceleri “İstanbul kebap kokuyor” diye küçümseyenler, şimdi en aşağı haftada bir kebap yemeden duramaz oldu.



Son söz şudur: Beslenmemize dikkat edelim, hastalıkların temelinde bu var, mümkün olduğu kadar az yiyelim.



Madalyonun öteki yüzü de var.



Memur-Sen'in açıklamasına göre ülkemizde yoksulluk sınırı dört bin lirayı geçti. Biliyorum vatandaşın büyük bir kesimi bana sitem edecek. “Ne demek az yiyin Hocam! Bulsak da yesek” diyecekler. Haklılar.


#Hastalık
#beslenme
#Yavuz Dizdar
#Hayy Kitap Yayınları
8 years ago
Hastalık, beslenme ve diğerleri
Avrupa Birliği pazarında bizi bekleyen tehlike!
Yeni sisteme göre örneklerle maaş hesabı
Osmanlının bıraktığı boşluk
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor