|
Köroğlu

Aaltmışlı yılların başında Erzurum'un nüfusu azdı. Yine çok kar yağar ama hava temiz olduğu için kar kirlenmezdi.



Üniversiteden şehre giderken, kar yiye yiye yürürdük. Vasıta diye bir eski mavi boyalı, alnında “Mavi Kuş” yazan otobüs vardı. Öğrenciler tıklım tıkış dolar belki bu yüzden ara sıra yolda kalırdı.



Erzurum hüviyetli bir şehirdi.



Şehrin ileri gelen aileleri henüz şehri terketmemişti. Esnaf ve sanatkâr arasında bilhassa dinî konularda çok bilgili zatlar vardı. Ben bunlarla üniversite hocaları arasındaki sohbetlere katıldım.



Ayrıca uzun kış gecelerinde Âşıklar Kahvesi'ne giderdim. Orada Behçet Mahir (Behçet Emi, Erzurum-Erzincan yöresinde amcaya emi derler) halk hikâyeleri ve Köroğlu anlatırdı.



Köroğlu'nun Erzurum varyantı o kadar uzundu ki Behçet Emi otuz Ramazan anlatır hikâye yine bitmezdi. Emi'nin böyle kırk hikâye bildiği söylenirdi. Bildikleri kendisi ile birlikte gitti. Yazık. Zaten son halk hikâyecisi idi.



Meddah ile halk hikâyesi anlatanı ayırmak lazım. Meddah bir nevi tek kişilik oyun oynar. Bir kadın konuşmasına sıra geldiğinde omuzundaki peşkiri başına başörtüsü yapar, yeri geldiğinde başka taklitler yapar, bastonuna kişilik verir, mizah ağırlıklı konuşur.



Halk hikâyecisi böyle değildir. Sadece yeri geldiğinde: “Köroğlu burada sazı kucağına alıp söylemiş. Hele de bakalım âşık ne söylemiş” diyerek yanında oturan âşığa yol verir. Âşık nağme ve saz ile şiiri okurken hikâyeci çayını içer ve dinlenir.



Rahmetli Mehmet Kaplan Hoca Behçet Mahir'i fakülteye müstahdem olarak almıştı. Kendisi bu hikâyenin bir kısmını teybe almış. Onun ayrılmasından sonra o yıllarda asistan olan Muhan Bali ile Mehmet Akalın (ikisi de rahmete kavuştu) “Köroğlu”nun geri kalan kısmını da teybe alarak yazıya geçirdiler.



Kitap “Cumhuriyetin 50. Yılına Armağan” olarak “Köroğlu Destanı” adıyla yayımlandı (Atatürk Üniversitesi Yayınları No: 314, 1973).



Ben şahsen Dede Korkut'a da, Köroğlu'na da “hikâye” diyorum; destan deyince aklıma “Göç destanı, Oğuz destanı” geliyor.



615 sayfalık bu kitapta şu bölümler vardır: Köroğlu'nun zuhuru, Köroğlu ile Demircioğlu, Demircioğlu Reyhan Arap, Köroğlu'nun Ayvaz'ı kaçırması, Niğdeli Geyik Ahmet, Dânâ Hanım, Han Nigâr, Hasan Bey Telli Nigâr, Akşehir Telli Nigâr Cengi, Keloğlan'ın Köroğlu'nun atını kaçırması, Kenan kolu, Bağdat kolu, Kiziroğlu Mustafa Bey, Afganistan-Gürcistan, Bolu Beyi, Köroğlu'nun sonu.



Mehmet Kaplan kitaba yazdığı “Önsöz”de şöyle diyor: “Destanı herkesin rahatça okuması için kelimeler ortak söyleyişe göre yazıldı. Fakat kelimelere ve sentaksa dokunulmadı... Konuşma sentaksı yazı sentaksından bir hayli farklıdır. Bu metinde Behçet Efendi'nin dili ve sentaksı olduğu gibi muhafaza edilmiştir.”



Ben bu konuşma dilinden istifade ettim. Yazdığım uzun hikâyeler bir bakıma şifahî edebiyatın yazıya geçirilmesi gibidir. Zor iş. Ama sadeliği, ritmi ile okuyanı kendine çeker.



Elbette ki hikâyeyi Behçet Mahir'in dilinden dinlediğinizde bambaşka bir ses duyardınız. Bu insanın kendisi ile resmi arasındaki fark gibidir. Birinden buğu yükselir, öteki 'donuk kare'dir.



Behçet Mahir'in anlattığı sadece bir hikâye, bir macera değildir. Tıpkı Ahmet Mithat Efendi gibi arada bir durup anlatılan motif üzerine dinî, sosyolojik, folklorik vb. bilgiler verir. Meselâ: “Düğün dernek kuruldu. Dadaşlar meydan aldı. Bar tutmaya başladı” dediğinde; uzun uzadıya bardan bahseder, eski barcıları yâdeder. Bu özelliği ile sadece bu kitap üzerine lisans yapılabilir.



Bu Köroğlu, vurdu mu deviren, Kır atını uçuran bir Köroğlu değildir. Aksine dara düştü mü aklını, zekasını kullanan hileye başvuran (Harp hiledir) bir Köroğlu'dur.



Demircioğlu'nu kandırıp kendisine yoldaş ettiği bölüm bunun en güzel örneğidir.




#Köroğlu
#Mehmet Kaplan
#Halk hikayeleri
#Mavi Kuş
7 yıl önce
Köroğlu
Amerikan askerlerinin öldürülmesi ne demek?
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından