|
Şehrin ruhu
Şehir ruhunu kolay belli eder. Bir şehre uzaktan baktığınızda minareler görüyorsanız orası İslâm şehridir. Çan kuleleri görüyorsanız Hıristiyan, pagodalar görüyorsanız Budist'tir.


Bütün bunları değil de sadece gökdelenleri görüyorsanız o şehrin ruhu yoktur.


Şehirciler şehirlerin hep bir mabet etrafında biçim kazandığını söyler. İşin manevî muharriki açısından doğrudur. Buna bir de su, toprak ve topografya'yı eklemeliyiz.



Son yıllarda taşrada ve İstanbul'da şehre dönük güzel dergiler çıkıyor. Bunlardan biri Karaman'da çıkan İmaret dergisi.

Bilimsel ve duygusal yazılarla hem geçmişe dönük hem günümüzü aydınlatıyor. Baskısı kaliteli, eski fotoğraflarla şehrin ruhunu, insan ve tabiat unsurunu yansıtan bir tutumu var. Özellikle Feyzullah Tunç ile Mustafa Doğan'ın fotoğrafları dergiye renk katıyor.



İstanbul'da Esenler Belediyesi'nin çıkardığı Şehir ve Düşünce'yi de saymalıyız.

Bunlar dışında İstanbul'da ve diğer şehirlerimizde çıkan pek çok dergi var. Bilhassa bu işe gönül veren Belediyeleri de kutlamalıyız.



Ben “bizim şehirlerimiz” diye anılan şehirleri

(Msl.: Bağdat, Şam, Urfa, İstanbul, Üsküp vb.)

Malatya'yı, Konya'yı esasen tarım toplumu döneminde oluşan şehirleri, sanayi toplumunda oluşanlardan

(Modern teknolojik şehirler)

ayırıyorum.


Tarım toplumunun şehirleri zirai üretim yapmasalar bile tabiattan kopmamışlardır. Orada gelenek ve maneviyat hakimdir. Bu düne kadar Türkiye'de böyle idi. Her şehrin kıyıcığında bir “Bağlar” semti vardı.


Yaz geldiğinde şehir ahalisi (esnafı, memuru) Bağlar'a göçerdi. Beygir, eşek ve faytonlarla, sonraları ara sıra su kaynatan otobüslerle sabah Bağlar'dan şehre, akşam şehirden Bağlar'a tozlu bir yolculuk yapılırdı.



Refik Halit “Şeftali Bahçeleri” adlı hikâyesinde bu yolculuğu çok güzel anlatır.

Bağı olmayanlar bağ kiralardı.



Memuru esnafı orada meyve sebze yetiştirir, kadınlar kış için reçel pekmez kaynatır, çocukların avuçları ve dudakları böğürtlen moruna boyanırdı.



İstanbul'da ise sayfiyeler vardı. Erenköy, Yakacık, Boğaz yalıları, Adalar vb.



Aslına bakarsanız şehirdeki evlerin de mutlaka bir küçük bahçesi olur, orada dahi maydanoz, tere ekilir, bir papaz eriği bir kara dut bulunurdu.


Şehirler zamanla büyüdü, eski evler yıkıldı, “Bağlar” semti şehrin içinde kaldı. Apartmanlarda sıkılan her aile kendine sahilde bir yazlık edinme derdine düştü.



Biz sanayi kuramadığımız için sanayi şehri de kuramadık. Batıya öykünen kimliksiz kişiliksiz kentler oluşturduk.


Tarım toplumu şehir sokaklarının genişliğini yüklü bir deve oluştururken, modern şehirlerde bu oranı otomobil çizmeye başladı.


İki otomobilin yan yana geçmesi için eski evler yıkıldı.


Dolayısıyla insanlar mabedin maneviyatından ayrılıp otomobilin konforuna gömüldü. Apartman hayatı başladı; komşuluk, dostluk, akrabalık yok oldu. İnsanlar doğana sevinmez, ölene acımaz bir bencilliği benimsedi. Ahlâk ve gelenek yerini menfaate bıraktı.



Nasıl?



Meselâ bir şehrin bir yeşil alanı kalmış, gözü dönen adamlar çıkar için oraya bir site kurmak yolunda yarışa girdiler. Fabrikalar suyu, sera gazı havayı, zehirli gübreler toprağı berbat etti. Sanayi toplumunun şehri bir çıkmazı yaşıyor.



Bu yoldan dönmek mümkün mü?


Hayır!


Hiçbir arıtma cihazı bu pisliği temizleyemez.

#Şehrin ruhu
#Erenköy
#Yakacık
#Boğaz yalıları
#Adalar
8 yıl önce
Şehrin ruhu
İdeolojik yaklaşım
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim