Şehirciler şehirlerin hep bir mabet etrafında biçim kazandığını söyler. İşin manevî muharriki açısından doğrudur. Buna bir de su, toprak ve topografya'yı eklemeliyiz.
Bilimsel ve duygusal yazılarla hem geçmişe dönük hem günümüzü aydınlatıyor. Baskısı kaliteli, eski fotoğraflarla şehrin ruhunu, insan ve tabiat unsurunu yansıtan bir tutumu var. Özellikle Feyzullah Tunç ile Mustafa Doğan'ın fotoğrafları dergiye renk katıyor.
Bunlar dışında İstanbul'da ve diğer şehirlerimizde çıkan pek çok dergi var. Bilhassa bu işe gönül veren Belediyeleri de kutlamalıyız.
(Msl.: Bağdat, Şam, Urfa, İstanbul, Üsküp vb.)
(Modern teknolojik şehirler)
Yaz geldiğinde şehir ahalisi (esnafı, memuru) Bağlar'a göçerdi. Beygir, eşek ve faytonlarla, sonraları ara sıra su kaynatan otobüslerle sabah Bağlar'dan şehre, akşam şehirden Bağlar'a tozlu bir yolculuk yapılırdı.
Bağı olmayanlar bağ kiralardı.
Memuru esnafı orada meyve sebze yetiştirir, kadınlar kış için reçel pekmez kaynatır, çocukların avuçları ve dudakları böğürtlen moruna boyanırdı.
İstanbul'da ise sayfiyeler vardı. Erenköy, Yakacık, Boğaz yalıları, Adalar vb.
Şehirler zamanla büyüdü, eski evler yıkıldı, “Bağlar” semti şehrin içinde kaldı. Apartmanlarda sıkılan her aile kendine sahilde bir yazlık edinme derdine düştü.
Dolayısıyla insanlar mabedin maneviyatından ayrılıp otomobilin konforuna gömüldü. Apartman hayatı başladı; komşuluk, dostluk, akrabalık yok oldu. İnsanlar doğana sevinmez, ölene acımaz bir bencilliği benimsedi. Ahlâk ve gelenek yerini menfaate bıraktı.
Nasıl?
Meselâ bir şehrin bir yeşil alanı kalmış, gözü dönen adamlar çıkar için oraya bir site kurmak yolunda yarışa girdiler. Fabrikalar suyu, sera gazı havayı, zehirli gübreler toprağı berbat etti. Sanayi toplumunun şehri bir çıkmazı yaşıyor.