Birkaç hafta önce İstanbul'da bir adam minibüste şort giyen bir hemşireye tekme atıp hakaret etti. Bu hadise epeyce konuşuldu, hatta televizyona taşınıp hukuken tartışıldı.
Kimine göre bu adam hasta imiş, kimine göre hastalık palavraymış.
Her neyse adamı unutun. Zaten cezasını buldu. Ben bu yazıyı yazarken hakkında 9 yıl isteniyordu.
Neden?
Çünkü henüz diri olan örtümüz, adetimiz, ahlâkımız buna izin vermiyordu.
Olur belki ama onun adı “Menfaat ahlâkı”dır. Cenab-ı Hakk'a inanmak, ahirete inanmak, harama-helale inanmak ahlâkın temelini oluşturur –ki hukuk da buna dayanır.–
“Şort”u ülkemize taşıyan cebri batılılaşma hareketleridir. Tepeden inme devrimle alafranga bir toplum yaratılmak istendi, okullardan başlayarak uygulandı (19 Mayıs gösterilerinde kızların kıyafeti ne kadar tartışılmıştır, hatırlayalım). Buna karşı olanlar şapka devriminde olduğu gibi cezalandırıldı ve baskı ile sindirme yıllarca sürdü.
Bunun yanı sıra “modern hayat” tüm unsurları ile üzerimize abanmıştı. Yüz elli yıl sonra toplum; kurumları, hukuk, eğitimi, hayat tarzı ile epeyce modernleşti.
Yine de halk bu baskıya karşı direnmeye devam etti ve muhafazakâr çevre yıllar sonra varlığını “başörtüsü” ile kamuya yansıttı. Başörtüsü asla bir siyasi simge değildi. Tesettür ile beraber bir varlık belirtisi idi.
Siyah başörtüsü, siyah ferace giyen imam-hatipli kızların Converse ayakkabı kullandığını görebiliriz.
Neden?
Çünkü bu modernizmin “Dayanılmaz cazibesi”dir. Tıpkı cep telefonu gibi.
Bu kesim kendi hayat tarzına karşı çıkan her hareketi gericilik, yobazlık, kişilik haklarına ve özgürlüklere karşı bir saldırı olarak niteliyor ve zaten batı orjinli olan hukuk ile bunu mahkum edebiliyordu.
Bunlar her tür vesayetin verdiği güçle seslerini yükseltir, borularını öttürürler. Batılı müttefikleri onları yalnız bırakmaz. Hele iki gazeteci gözaltına alınmaya görsün. Tüm yabancı elçilik mensupları Adliye'ye koşar. Batı'daki kalemler Türkiye'de medya özgürlüğü olmadığını yazar. Artık bu dolmaları yutmuyoruz.
Bugün Anadolu'nun il ve ilçelerinin arka sokaklarında bir bayan şortla dolaşırsa, bu tutum o sokakta oturanların örfüne, geleneğine, ahlâkını ve mahremiyetine bir saldırıdır. Sokak halkı bu şortlu kadını turist olarak algılar. Yerli bir kadından-kızdan bunu beklemez. Davranışın kılık kıyafet özgürlüğü ile ilgisi yoktur.
Peki o zaman ne olacak?
“Birarada barış içinde yaşama nasıl gerçekleşecek?”
İşte can alıcı soru bu.
Yüz elli yıldan sonra cevabını arasak iyi olacak. Belki de “toplum sözleşmesi”nin omurgasını bu cevap teşkil edecek.
(1) Küresel güçler dünya gelirinin yüzde doksanına el koyarken demokrasiden, evrensel hukuktan, batı standartlarından bahsetmek hayli komiktir. İki süper güç Suriye'nin tabutu üzerinde zar atarken, Halep'e giden yardım konvoyu vurulurken, Irak'ta, Suriye'de milyonla insan ölürken, genç ihtiyar, çoluk çocuk Akdeniz sularına gömülürken hangi özgürlük, hangi insan hâlleri.