–İzdivaç programlarını izliyor musunuz?
– Hayır.
– Sebep?
– Ciddi bir müessese olan evliliğin mahremiyeti ihlal ediliyor. Her şey, stüdyodaki kişiler bir yana seksen milyon nüfusun gözü önünde gerçekleşiyor. Eş seçimi bu mudur yani?
– Ama bu bir televizyon programı. İsteyen katılır, isteyen seyreder. İsteyen katılmaz, isteyen seyretmez.
–
–
– Eş seçimi dedim de aklıma geldi. Beğen beğen al. Çok saçma. Pazar yeri mi burası?
– Öyle değil, her isteyen istediğini alamıyor.
– Ama talip oluyor.
– Olsun, ne var bunda?
– Birinin bıraktığına öteki talip oluyor. Bu iş bu kadar ucuz mu?
İnsan bu kadar dedikoduya, magazine bulaşmış birini nasıl eş seçebilir?
– Burası ekran önü. Siz topluma bakın hele, perde arkasında neler oluyor, neler? İnternetten evlenenler neler yaşıyor?
– Toplumun yaraları üzerinden program yapmak, reyting almak nasıl bir anlayış? Anlayamıyorum.
Aziz okuyucular, bu programlar için getirilen eleştirilere katılıyorum.
İzdivaç programlarının görünür yüzünde bir magazin, bir eğlence, bir şamata var. Doğru. Ama işin bir de görünmeyen yüzü var. O da zaman zaman katılımcıların özel hayatı deşilince ortaya çıkıyor.
Veya eşinden ayrılmış çocuklu-çocuksuz erkek veya kadınlar. Parçalanma bir yana bir kısmı uzun zamandır ne annesini ne babasını görmüş. Yaralı gençler bunlar. Çoğu annesi ile yaşıyor.
Demek ki evi terkeden çokluk baba oluyor.
Tarafların evlilik için ileri sürdükleri birinci şart: Güven. Toplumda aldatma, aldatılma o kadar yayılmıştı ki.
(Macera olsun diye gelenleri, kendini göstermek isteyenleri, küçük-büyük sahne sanatçılarını saymıyorum).
Ayakları üzerinde durmaya, elini tutacak bir eş aramaya çıkmış. Belki yakınları, akrabaları bu eli tutsa oraya gelmeyecek.
Geçende üç aylık iken cami avlusuna bırakılan, yurtta kalan daha sonra bir aile tarafından evlat edinilen bir delikanlı çıktı. Pırıl pırıl bir çocuk. Yeri gelince macerasını anlattı. (Belki bu hayat hikâyeleri önceden program yapımcıları tarafından öğrenilip, ilginç olanlar sahneye çıkarılıyor. Önemli değil)
Çocuk gerçek, hayat hikâyesi gerçek (Yalan söyleyenler de var, sonradan ortaya çıkıyor). Anlattığı şeyler orada olan herkesi ağlattı. Zaten izleyici sıralarında oturanların çoğu elli yaş üzerinde hanımlar. Onlar bu çocukları sempati ile izliyor, kendi çocuğu yerine koyuyor, hüzün veren sahnelerde hemen ağlıyorlar.
Derken izleyici sıralarından başörtülü bir kız çıktı ve bu çocuğa talip oldu. Gerekçesi şu: Ben de yurtta büyüdüm. Benim de kimsem yok. İkimizin kaderi birbirine benziyor. Belki anlaşabilir, hayat arkadaşı olabiliriz.
Tam Yeşilçam filmi yani.
Öyle demeyin. Hayat insanların karşısına neler çıkarıyor. Kimin ne olacağı bilinmiyor.
Kanaatim şudur: Türkiye hızla değişiyor. Değişim modern hayat tarzı yönündedir. Muhafazakâr çevreler buna direniyor. Ama direnişin bedeli ağır. Fert başına düşen millî gelir arttıkça tüketim toplumu alışkanlıkları güçleniyor.
Çare nedir?
Doğrusu bilmiyorum. Hep birlikte kafa yoralım diyorum.