Kültür ve sanat bizi bir atmosfer içinde tutar. Daha derine inersek felsefe ile karşılaşırız. Biraz daha gayret edersek din bizi kucaklar.
Din bizi kucakladığında ötekilerin pek kıymet-i harbiyesi kalmaz. Ama yine de bu yolculukta onların rolünü inkar etmeyelim. Ayrıca eğri otursak da doğru konuşalım. Bakınız Bosna Savaşı geldi geçti. Filistin ve Gazze orada kanayıp duruyor. Suriye'nin durumu malum. Daha ileri gidelim tüm yoksul halklar zengin kuzeye gitmek için Akdeniz'i bir ölüm denizine çevirdiler.
Ayrıca cepheye gidip savaşalım mı?
Cepheye gidip savaşalım.
Cephe nerede?
Cephe sandığımız yerden hangi örgütler çıkıyor görüyorsunuz.
Diyelim cephe kalbimizde. O zaman kalbimizi yoklayalım.
Süleyman Çelebi'nin “Mevlid”i yazıldığı günden bu yana okunageliyor. Ayrıca şunu bilmeliyiz. Osmanlı coğrafyasında otuza yakın Mevlid vardır. Her biri ayrı dilde.
Mevlid'i en çok kadınlar okur, kadınlar dinler. Neden acaba?
Peygamber sevgisinin ötesinde “Doğum” hadisesini anlatıyor. Doğurmak bir kadının vücudundan ruhundan yayılan en önemli hadise.
Buna bakmak lazım.
Değiliz. Tuzumuz kurumuş gibi fantazyalar içindeyiz, fantastiğin peşindeyiz.
Bu bizi “Yerli ve milli” bir atmosfere taşıyacaksa varsın olsun. Ama şu İstanbul'un yeni binalarına bakın, gökdelenlere. Her bir ayrı havada çalıyor. İnsanı heyecanladıracak bir neşve taşımıyorlar, aksine insanı eziyorlar.
Bir ara “Milli iktisat” söz konusu edilmişti. Sonra ulusalcılar bunları kesip biçti, dilimizi dahi doğradı.
Pek tabii “Yerli ve milli” olmak “Yerli Malı Haftası” kutlanarak Nazilli Basması giyerek olmaz.
Rahmetli Erbakan'ın sloganı “önce Ahlâk” idi. Doğrudur.
Bahis mevzuu olan atmosferi ailede, okulda, işte, sokakta, siyasette, bürokraside her yerde hakim olan ahlâk sağlayacaktır.
Peygamber ahlakı Tanpınar ne diyor: “Atalarımız inşa etmiyor, ibadet ediyorlardı”.