|
Anayasa çalışmaları
Anayasa Komisyonu, dün bizim işaret ettiğimiz bazı yanlışları düzeltti. Meselâ "Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti"nin, Anayasa'nın 1. 2. ve 3'üncü madde hükümlerinin değiştirilmesi amacıyla kullanılamayacağı belirtiliyordu. Böylece, "Başkent İstanbul olsun" demek veyahut "Türkiye Cumhuriyeti'nin dili Türkçe" yerine "Resmi dili Türkçe olsun" diye yazmak suç sayılacaktı.

Anayasa Komisyonu, ilk metinden vazgeçti ve düşünceyi açıklama hürriyetinin sadece "Cumhuriyet'in temel niteliklerinin değiştirilmesi amacıyla" kullanılamayacağını karara bağladı.

163 geri geliyor

Bu kısmî düzelme gene yeterli değil. Bir anlamda, Türk Ceza Kanunu'nun kaldırılan 163'üncü maddesine zemin hazırlanıyor. Madem ki Anayasa, Cumhuriyetin temel niteliklerinin değiştirilmesini savunmayı yasaklıyor, bu yasağın Türk Ceza Kanunu'nda bir karşılığı mutlaka olacaktır. Konjonktüre göre, hakkın hâkimiyeti diyenler bile, eskiden olduğu gibi cezaevini boylayabilir. Dikkat! 312'nci maddeyi dahi eğip bükenler, hele Anayasa buna cevaz verince, neler yapmazlar. Bizden uyarması!..

Buna mukabil, dernekleri güvencesiz bırakan düzenlemeden vazgeçildi. Mevcut Anayasa, derneklerin sadece hâkim kararıyla kapatılabileceğini öngörüyor. Uzlaşma metninde, hâkim kararı mecburiyeti bulunmadığı gibi, gecikmesinde sakınca olan hallerde merci kararının 24 saat içinde hâkimin onayına sunulması gereği de yer almıyordu. Bu husus düzeltildi. 1982 Anayasası'nın hükümlerine geri dönüldü.

Anayasa'nın başlangıç bölümü

En büyük tartışma başlangıç metninde çıktı. Anayasa'nın başlangıç bölümünün beşinci fıkrasında, "Hiçbir düşünce ve mülâhaza, Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, devleti ve ülkesi ile bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremez" denilmekte.

Uzlaşma metninde "Hiç bir düşünce ve mülâhaza" yerine, "Hiç bir eylem" kelimesi konulmuş, böylece sıralanan ilkelerin düşünceyi değil hiç değilse eylemi sınırlaması istenmişti.

İşte bu konu üzerinde yoğun tartışma çıktı. Neredeyse görüşmeler tıkanıyordu. MHP eylem değil düşüncenin sınırlanmasını talep ederken, sözde bir orta yol bulundu. "Hiç bir düşünce ve mülâhaza"nın yerini "Hiç bir faaliyet" aldı.

Oysa faaliyetin, hukuki bir temeli yok. Her şey faaliyet sayılabilir. Türkçemizde, bir konferans da faaliyettir, yazı yazmak da faaliyettir.

Böylece, Anayasa'nın başlangıç bölümünde, istenilen düzelme meydana gelmedi.

İdam

İlk uzlaşma metninde, 38'inci maddeyi değiştiren teklif, savaş ve yakın savaş halleri dışında ölüm cezası verilemeyeceği hususuna işaret ediyordu. Doğrusu, kamuoyuna, düzenleme, bu şekilde yansımıştı. Ama sonra, "savaş ve yakın savaş hallerinin" yanısıra, terör suçları için de idam cezasının sürdüğü anlaşıldı.

Burada bir tartışma noktası kalmadı.

Anayasa paketinin en önemli değişikliklerinden biri, 69'uncu maddeyle ilgili. Yeni düzenlemede siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılması isteniyor ve odağın tarifi yapılıyor.

Aslında, Saadet Partisi, hüküm giyme şartının, odak tarifinin içinde yer almasını istiyor.

Saadet Partisi'nin dayandığı bir de Anayasa Mahkemesi kararı var.

1986 yılında, Siyasi Partiler Kanunu'nun 101'inci maddesi değiştirilerek, Cumhuriyet Başsavcısı'nın, bir siyasi parti üyesinin eylem ve konuşmalarından dolayı partisinden çıkarılmasını isteyebilmesi için, söz konusu üyenin eylem ve konuşmaları nedeniyle "hüküm giymesi" zorunluluğu getirilmişti. Cumhurbaşkanı Evren, bu mecburiyetin, Anayasa'ya aykırı olduğu iddiası ile dava açtı. Anayasa Mahkemesi, kanunda hüküm giyme şartının bulunmasını, yasa kurallarının işleyişini zorlaştırıcı veya engelleyici nitelikte görmedi. Anayasa Mahkemesi'nin 22/5/1987 tarihli kararının önemli bölümleri şöyle:

"Anayasa'nın 15 ve 38'inci maddelerine göre, suçluluğu hükümle belli edilinceye kadar kimse suçlu sayılamaz. Hakkında böyle bir karar bulunmayan kişinin, gerçekten yasaklara aykırı davranıp davranmadığı bilinemeyeceğinden, Cumhuriyet Başsavcısı'nın subjektif değerlendirmesiyle, yargı kararıyla kesinlik kazanmadan önce, kişileri, partiden çıkarmak gibi sonuçları çok ağır işlemlere bağlı tutmak, siyasi hakları önemli ölçüde zedeler... Bir yasağa aykırı davranmaktan söz edebilmek için, o yasağın, ceza yasalarında ya da disiplin yönetmeliklerinde yer almış olması, yargı veya disiplin kurulu kararıyla eylemin saptanması gerekir. Partiden çıkarmayı, kesin hüküm giyme şartına bağlamak, yasa kurallarının işleyişini engelleyip, zorlaştırmaz. Hüküm giyme şartı, gelişigüzel suçlamaları ve işlemleri ortadan kaldıracağı gibi, üyeler için de sağlam bir güvence oluşturmaktadır. Hüküm giyme durumunda kişi, 10 yıl süre ile hiçbir siyasi partiye alınamamakta, seçimlerde, parti listelerinden bağımsız aday gösterilememekte ve milletvekilliği için aday olamamaktadır. Bu yoksunluklar, hükümsüz çok ağır yaptırımlardır. Anayasa güvencesindeki seçme ve seçilme hakkını yargı kararı olmadan askıya almak yerine, hüküm giyme koşuluna bağlı tutmak Anayasa'ya uygun düşer."

AK Parti ve Saadet Partisi

Görüldüğü gibi Saadet Partisi, hüküm giyme şartını öne sürerken, boş atmıyor. Anayasa Mahkemesi'nin 1987'deki kararına dayanıyor. Anayasa Mahkemesi bir kişinin siyasi partiden çıkarılması için, kesin hüküm şartı aranmazsa, gelişigüzel suçlamalar ortaya atılacağını hatırlatmış, seçme ve seçilme hakkının, yargı kararı bulunmadan askıya alınmasını Anayasa'ya aykırı görmüştü.

Tabii bugün köprülerin altından çok sular aktı. Türkiye'de demokrasi, özellikle yargı organlarının idraklerinde ve değerlendirmelerinde, kilometrelerce geriye doğru gitti.

Neden acaba AK Parti, Saadet Partisi'nin bu istikametteki çabalarına iştirak etmiyor? Oysa, o gayretler, sonunda, Saadet Partisi'nden ziyade AK Parti'ye yarayacaktır. Çünkü, bundan sonra okkanın altına gidecek olan Saadet Partisi değil AK Parti'dir. Bu cenahta kim biraz palazlanırsa, onun üstüne biniyorlar. Bu yüzden AK Parti, özellikle 69'uncu madde müzakerelerinde dikkatli davranmalı.

Bütün noksanına rağmen, gene de 37 maddelik paketi geçirmek bir başarı sayılacaktır. Ama ben, her şeye rağmen, özellikle 26'ncı ve 28'inci maddede atılan geri adımdan dolayı endişeliyim. Düşünceyi ifade ve basın hürriyetinin daha sıkı bir cendere içine sokulacağı kaygısını taşıyorum. Hele de, Anayasa'nın başlangıç kısmında, eylemin yerine gene faaliyet kelimesi konulduğuna göre, 28 Şubat zihniyetinin her an bir sürpriz paketi ile karşımıza çıkması mümkündür.
#Anayasa Komisyonu
#AK Parti
#Saadet Partisi
#İdam
23 yıl önce
Anayasa çalışmaları
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi