|
Ekonomi, Duyûn-u Umumiye ve Kesici
Elimde, İlhan Kesici'nin, 8 Mart 1998 yılında, Anap grubunda yaptığı bir konuşmanın notu var. Kesici, Osmanlı İmparatorluğu'nu Duyûn-u Umumiye'ye götüren yolu tarif ediyor:

"Kırım Harbi 1853-1856... Kırım Harbi'nin yükünü Osmanlı İmparatorluğu taşıyamamış, 1854'te ilk borçlanmayı yapmış. 1854-1874 arasında 15 büyük borçlanma gerçekleşmiş. Bakmışlar ki, 1875'te, devletin faiz borcu, devletin toplam varidatının % 25'ini aşmıştır... 1875 Ramazan Kararnameleri olarak adlandırılan tedbirler alınmış. Ramazan kararnamesi ne demek? Devlet alacaklılarına söylüyor: 'Ben faizleri ödeyemiyorum' Peki ne yapacak? Bir, faizler 5 yıl için yarıya indirildi. Ya borçlar? Borçlar da şöyle oldu: 'Borçların yarısını nakden, yarısını tahvilat ile ödeyeceğim.' Başka? Şimdiki tabirle, devalüasyon. Altının değeri 235 kuruş idi; altının değeri 900 kuruşa çıktı. Yani neredeyse % 300'lük devalüasyon. Bütün bunlar yetmedi. Geldik 1879'a. Rusum-u Sidde İdaresi diye bir idare kuruldu. (Altı Vergi İdaresi) Türkiye'nin 6 tane vergisinin 10 yıllığına tahsili, Galata bankerlerine bırakıldı. Bu da devletin içinde bulunduğu hali düzeltmeye kâfi gelmedi. 1881 yılında, Duyûn-u Umumiye-i Osmaniye Varidatı Muhassese İdaresi kuruldu. Bu idare 1933 yılına kadar sürdü. 1933'te Osmanlı borçlarının tasfiyesi ile ilgili Paris Konferansı düzenlendi. O zamana kadar, başımızın belası olan bir hal söz konusudur."

Tehlike çanları

İlhan Kesici, yukarıdaki konuşmayı yaptığında, Mesut Yılmaz başbakan, Güneş Taner, ekonomiden sorumlu bakandı. Basın, Yılmaz ve Taner ile yakın ilişkiler içinde, her gün, olumlu beklentileri pompalıyordu. Asya ekonomik kriz yaşarken, Güneş Taner, bu ülkelerden kaçan 400 milyar doların 200 milyar dolarının Türkiye'ye geleceğini belirterek, umut dağıtıyordu.

Başbakanın ve ekonomi bürokrasisinin ayaklarının yere değmediği bir ortamda, İlhan Kesici, durumun vahametini anlatmaya çalıştı: "Türkiye acaba borçlarını çevirebilecek mi?"

O günkü rakamlara göre Türkiye, 5.9 katrilyon lira iç ve dış borç faizi ödüyor ve bu rakam, toplam varidatının % 55'ine ulaşıyordu. Sadece iç borç faizi, toplam vergi gelirlerinin % 60'ını oluşturuyordu.

Herkesin umut tacirliği yaptığı bir noktada, İlhan Kesici, 1875'te devletin faiz borcunun, devletin toplam varidatının (gelirinin)% 25'ini aşmasıyla, tehlike çanlarının çaldığını hatırlatıyordu.

Çıpa ve dalgalı kur

Bugün ise faiz ödemeleri vergi gelirlerini aşmış durumda. (Faizlerin vergi gelirine oranı 1999'da % 72, 2000'de % 77 oldu. 2001'de vergi gelirlerini aştı. Oysa 1980'de bu oran % 4.6, 1985'te % 18, 1990'da % 31, 1996'da % 67, 1997'de % 48 idi) Vaziyet, o konuşmanın yapıldığı 1998 Mart'ından çok daha kötü. Üstelik halk, alınan tedbirlerin ülkeyi esenliğe götüreceğine de inanmıyor.

Kuru, çıpaya bağlayan ilk IMF programının hedefi, enflasyonu düşürmekti. Bu programa göre, dövizin sabit bir bant içinde hareket etmesi, cari işlem açığını arttırmakla birlikte, söz konusu açık gene de 3 milyar doları aşmayacak ve ekonominin finanse edebileceği boyutta kalacaktı. Oysa 2000 yılında, ihracat yerinde sayarken, ithalat % 40 arttı. Dış ticaret açığı 27 milyar dolar, cari işlem açığı ise 10 milyar dolar oldu. Likidite yaratma mekanizmasının döviz girişine dayandırıldığı bir yapıda, dış kaynak imkânlarındaki daralma likidite yani nakit para artışını da yavaşlattı. Bankacılık kesiminin, likidite, faiz ve kur risklerine karşı duyarlılığı arttı. Peşpeşe yaşanan Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin, ilk programın reddiyesi anlamına gelen, tam zıt bir program Kemal Derviş ile birlikte uygulamaya sokuldu. Çıpanın yerini, dalgalı kur aldı. Burada, öncelikli amaç cari işlem açığını kapatmak gibi görünüyordu. Nitekim, ithalat düşerken, ihracat artıyor. Ama bu defa çok önemli bir problemle karşı karşıyayız. Ekonomi, yılın ikinci çeyreğinde, % 11.8 daraldı. 2001 yılının ilk 6 ayında ise daralma, % 8.5 gibi korkunç bir düzeye ulaştı.

Bir önceki program, cari açık hedefinde yanılmıştı. Mevcut programda, yıl sonu için % 2'lik bir küçülme hedefi tesbit etti. Oysa tedbir alınmadığı takdirde, % -6 civarında bir küçülmeyle karşı karşıya kalacağız. Küçülme, irili ufaklı fabrikaların iflâs bayrağını çekmesi, yatırımların durması, işsizliğin artması anlamına geliyor.

Çünkü halk programa güvenmiyor; iktidara güvenmiyor; yatırım yapmıyor; dolar kazanmışsa parasını TL'ye çevirmiyor. Hazine'ye uzun vadeli borç vermek istemiyor.

Çelişki

Uygulanan programın mahiyeti ve amacı dahi millete anlatılamadı. Herkesin kafasını kurcalayan bir soru var: IMF, iki yıl çıpalı (kontrollü) kuru savundu, bu programın ülkemizi esenliğe çıkaracağını söyledi. Şimdi ilkiyle çelişen bambaşka bir program tatbik ediliyor ve kur dalgalanmaya bırakılıyor. Bu defa da, en iyisinin dalgalı kur olduğu iddia ediliyor.

Halk çelişkiyi kafasında çözemedi. Kimse de ona, nerede, niçin hata yapıldı, anlatmadı.

Bu son programın ana amaçlarından biri, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu yabancı parayı, kendisinin üretmesini sağlamak. Düşük kur artışı ve yüksek faizin cezbettiği sıcak paranın yerinde artık yeller esiyor. Dalgalı ve sürekli tırmanan kur yüzünden, dövizi TL'ye çevirip değerlendirme alışkanlığı son buldu. Dış kaynak ihtiyacı IMF'den sağlanan 16 milyar dolarlık krediyle kapatıldı.

Ama işte, hadiseler önceden belirlendiği gibi cereyan etmiyor; evdeki hesap çarşıya uymuyor.

Beklenilen döviz gene de elde edilemedi. Döviz kazanan, istikrarsızlık sebebiyle, parasını Türkiye'ye getirmeye, bozdurmaya yanaşmıyor. Faizler de planlandığı gibi düşmüyor. Bu durum borcun çevrilebilirliği konusunda şüphe uyandırıyor. İç borç stoku tırmanıyor.

İş bilmek

Enflasyonda, (toptan eşyada % 69.6; tüketicide % 57.5 ile) ilk başladığımız noktaya geri geldik. Hatta daha kötü durumdayız. Ecevit hükûmeti kurulduğunda toptan eşyada enflasyon % 50, tüketicide % 63 idi. Üstelik, Türkiye küçüldü, bankalar, fabrikalar battı. Devalüasyonla gelirlerimiz yarı yarıya eridi.

Geniş halk yığınları fakirleşirken, yolsuzluk yapan bazı bakanlar ve yardakçıları, işbirlikçileri zenginleşti. Bal tutan parmağını yaladı.

Bu yüzden çok büyük bir kitle, "kimseye oy vermem" diyor veyahut kararsız davranıyor.

Tayyip Erdoğan'ın kararsız kitleden oy çekmesi, yarattığı dürüstlük imajının yanı sıra "bu ekip işi biliyor" intibaının doğmasına bağlı.

Ecevit acemi semerci. Herkes yara bere içinde kaldı. Ama Mehmet Akif'in hikâyesindeki gibi insanlar "Ya gelen gideni bile aratırsa" diye korkuyor
#İlhan Kesici
#Ekonomi
#Duyûn-u Umumiye
23 years ago
Ekonomi, Duyûn-u Umumiye ve Kesici
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler