Yüzleşmek zorundayız ve bunu yapmadığımız her seferinde bu ülke acı çekecek...
Ekonomik, politik, askeri, sosyal, kültürel teslimiyetin, şevkle angaje oluşun bu denli aşkla yapılanı hiç görülmedi.
Şartlar mazeret sayılır. Ama bugünden bakıldığında ölçüyü hiç karşılamıyor...
Batı/ABD’nin istisnasız tüm hücrelerimizi dönüştürmesini severek kabul ettik ve “hücre”yi metafor olarak kullanmıyorum, o dokunulmaz, sorgulanmaz kodlar sonraki kuşaklara aktarıldı...
Bu konunun siyaseti olmaz; CHP ile başladı ve sonraki iktidarlar boyunca sürdürüldü.
Bugün başımıza gelenlerin tamamı o köktendir.
15 Temmuz da odur. Kökleri söküyorduk, irinli urlar patladı...
* Mezuniyet törenlerinde öğrencilerin ellerinde taşıdığı müstehzi pankartlarla kendini gösteren ‘ODTÜ mizahı’nın köklerinde de ‘dönem misyonu’ vardır.
* Daha yeni, yazdık, Almanya Ürdün’den İncirlik’teki uçak ve askerleri için üs istedi. Personeli için de hukuki ayrıcalık talep etti. Reddedildi. Amman bunu neden yaptı? Türkiye’den ‘gördü’. Biz söyledik! 1970’te “Amerikan yardım kuruluşlarının” Türkiye’deki personel sayısı-diplomatik misyon ve askeri unsurlar hariç-25 bindi! Ve daha 1954’te ABD’li personelin eylemleri Türk hukuk sisteminin dışına çıkarılmıştı. Dokunulmazlardı.
* Hollywood filmlerini başımızdan aşağı öyle boca ettiler ki, kadınlarımız ve erkeklerimiz değişti. Sıradan, “Cumba’dan Rumba’ya” öyküsü değildir bu. O filmlerde gösterilen beyaz eşyaları o kadar istedik ki, alacak paramız olmadığı için, Amerikalıların Türkiye’den ayrılırken bit pazarına sattıklarına saldırdık.
* Cebimizde dövizimiz olmadığı için yurt dışından getirilen dergi ve gazetelere yasak getirdik ama kanunun altına “ABD yayınları hariç” notunu düştük.
O hediyelerden ne sürprizler çıktı ne sürprizler!
Bunlar nasıl oldu?
Emsalleri çoğaltabilirim. Şunu söylemeye çalışıyorum; çok işimiz var. Bir yandan “bugünü” hallediyoruz. İçimizi temizliyoruz. Geçmişteki tüm tortularını da bulup çıkarmalıyız. Kökler kalamaz.
Hemen aynı... Artı, Türkiye’nin önemini yükselten yeni şartlar var...
Baltık Denizi’nin ortasından Estonya ile başlayıp, Letonya-Litvanya-Polonya-Slovakya-Macaristan-Romanya-Bulgaristan ile Türkiye’ye bağlanan, Avrupa’daki cephe merkezi Polonya, kırılma noktası Ukrayna-Karadeniz olan, klasik bakışla Rusya’yı ama eş hedefi Avrupa’yı kuşatmak olan ilk yarı çember!
Adını saydığımız ülkeler “yeni NATO”dur ve arkasında kalanlar AB’nin çekirdeğini oluşturan “yaşlı ülkeler”dir.
İkincisi, Türkiye ile başlayıp, Suriye-Irak-İran-Pakistan-Afganistan hattı. Yine üstü (Karadeniz-Hazar miğferinden Sakhalin’e) kadar altı var. Arap yarımadası ve Kuzey Afrika, Akdeniz hattı. İkinci yarı çember de bu. Kırılma noktaları çok. Cephe merkezi de şu an yok.
Çoğu analiz bu yarı çemberin merkezini Türkiye sayar. Türkiye her iki yarı çemberin oluşturduğu büyük aksın cephe merkezi!
Bu yüzden hattın her iki ucunun değdiği, örneğin Doğu’da Hindistan-Çin hattı, ulaşım ve enerji yolları, İpek Yolu, Batı’da İngiltere hatta Kuzey Kutbu’na kadar giden eksenin denge noktasını tutar.
Şimdi, Malazgirt Zaferi’nin 946’ncı, 30 Ağustos Zaferi’nin 95’inci ve Kurban Bayramı’nın mübarek günlerinde bağımsız bir ülkenin nasıl olacağı konusunda daha çok düşünmeliyiz...
Şöyle diyecekler; “bu çağda bağımsız bir ülke mi kaldı”?
Diyenin üzerine mim koyun.
Bağımsızlığı unutmuştur.