Yanlış hatırlamıyorsam geçtiğimiz 2015 yılının mart ayındaydı.
'nun, “İş Bankası'ndan para aldı denilerek CHP'ye kapatma davası açılacak” şeklindeki iddiası üzerine, CHP-İş Bankası, diğer bir söyleyişle parti-şirket ilişkilerini normal bir uygulamaymış gibi gösterebilmek için CHP'li kalemlerin, ağızları iyi laf yapan CHP'li siyasetçilerin epey ter dökmeleri gerekmişti.
Oysaki bu, her şeyden önce mızrak-çuval geriliminden başka bir şey değildi ve dolayısıyla mızrağın çuvala sığdırılması da her babayiğidin harcı değildi.
Söz konusu normalleştirme çabasındaki temel hareket noktası, CHP'nin
'nda bulunan yaklaşık %30 oranındaki hissesinin sadece bekçiliğini yapıyor olmasıydı. Çünkü o hissenin kârı Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu'nca alınıyor, CHP ise kârdan hiçbir şekilde istifade edemiyordu.
Bu teknik olarak doğruydu ama bir kötülüğü de beraberinde getiriyordu: Konunun zikrettiğim sonuçları abartılı şekilde ortaya dökülürken, asıl bilinmesi, tartışılması gereken hukuki yanı örtülmüş oluyordu.
İlgilileri böyle yapmakta bir bakıma kendi açılarından haklıydılar da aslında. Çünkü
ın 1924'te özel bir bankaya ortak olmasının, 1938 yılında da “Ben yaptım oldu” fermanıyla, bugünkü olmuş olanı oldurmasının hukuku mu olurdu?
Dolayısıyla CHP, İş Bankası hissesiyle ilgili, “yapılmış olmuş” benimsemesiyle, kârdan pay almama noktasında ilk bakışta haklı gibi görünüyor, hatta “verilmiş olanı nasıl kabul etmesin” ve “ne kadar fedakar bir parti, bilimsel ve kültürel faaliyet için zorunlu muhafızlık yapıyor” yollu ucuz bir acındırmanın da muhatabı haline geliveriyordu.
İş bununla bitse iyiydi, ama bitmiyordu.
CHP, bekçisi olduğu hissenin genel sermaye artışına göre durumunu dikkatle izlemesi, hiçbir artıştan geri kalmaması nedeniyle, hiç de emanetçi gibi davranmış olmuyor, bilakis hisseyi kendi namına mallanmış oluyordu.
Öte yandan, CHP ile İş Bankası arasındaki ilişkiyi doğrudan CHP genel başkanları yürütüyordu ki, bunun bir tercümesi şu idi: CHP genel başkanları, malum hisseyi korumak(!) maksadıyla İş Bankası Yönetim Kurulu'na (sayısı sermaye payına göre değişen şekilde) üyeler atıyordu. Yani söz konusu hissenin korunması, bir ekibin arkalanması ve bir arpalık mevzuu olarak öne çıkarken, burada fedakarlık(!) yapacak isimleri de yine CHP genel başkanları seçmiş oluyordu.
1999-2002 yılları arasında, CHP'ye hiç faydası olmayan İş Bankası hisselerinin CHP adına korunmasını
yapmıştı. 28 Mart 2014 tarihinden itibaren seçilen koruyucular ise, eski bakanlardan
'ın oğlu
ile eski sendikacı ve milletvekillerinden
'in oğlu
'di. Bu isimler üzerinden tek adam kararıyla, aile boyu bir korumanın belgesine dönüşen işlemin tartışılabilir bir yanı da zaten yoktu.
Bu genel bilgileri hangi sebeple hatırladığıma ve size naklettiğime gelince.
Elbette, referandumdan sonra seçilecek tek adamın, CHP'nin tek adamı gibi olmayacak şeklindeki bir ucuzluğun içine düşmüş olamam.
Kaldı ki, yeni anayasa değişliğinden sonra seçilecek devlet reisinin ne geçmişteki tek adamlıkla ne de yeni bir tek adamlık arzusuyla uzaktan yakından zerre kadar ilgisi, irtibatı da bulunmuyor.
Tek adamlık konusunu, gözü kapalı şekilde diline dolamaya çalışan isimin Kılıçdaroğlu olduğu ise malumdur.
Onun bu konuda devraldığı mirasa hiç bakmaksızın, artısını eksisini düşünmeksizin, lafın gelişine göre konuşması benim bunları düşünmeme ve sizlere aktarmama neden oldu.
Şöyle ki,
15 Ekim 1927 tarihinde kazandığı
hüviyetini, 14 Mayıs 1950 tarihinde yitirmekle kalmadı, aynı zamanda beyin ölümü de gerçekleşti ama devam eden kimi hayati fonksiyonları itibariyle bugüne kadar yataklık haliyle devam edegeldi.
Yeni anayasa değişikliğinin 16 Nisan'da halk tarafından benimsenmesinden sonra CHP'nin hayata olan ilişkisi belli safhalar halinde giderek daha da azalacak ve defni zorunlu hale gelecektir.
Kılıçdaroğlu'nun anayasa değişikliğine karşı çıkışındaki dizginsiz şevkin gerçek nedenini buradan görebileceğimiz gibi, yine şimdilik sadece onun tarafından hissedilebilen önemli bir problemin ayak seslerini de buradan işitebiliriz:
Mezkur sistem değişikliğinden sonra
Kılıçdaroğlu'nun tek adam yaygarasının özü işte bu iki husustur; gerçek bir duruma itiraz değildir, CHP'nin hak ettiği akıbete karşı, son bir iftira direnciyle tedbir oluşturma gayretidir.