|
Doğruyu konuşmanın doğru zamanı

Diyanet, tevhid-i tedrisat (öğretimde birlik) ve bunlarla ilişkili (tekke ve zaviyelerin kapatılması, alfabe değişikliği vb.) diğer konularda 1920"li yıllarda "yeni sistem / yeni devlet" adına yapılan düzenlemeler, Kemalistlerce "büyük devrim" olarak sunulduğu, Müslümanlar tarafından da "dine yöneltilmiş tecavüz" olarak değerlendirildiği için her iki taraf da doğru düşünmenin ve hüküm vermenin şartı olan "vasat"ı gözeterek (Sabir Ülgener, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Kemal Tahir gibi birkaç "özel" örnek dışında) konuşamamış ve yazamamıştır.

Eğer Kemalizm"in müfrit Batıcı kanadı yapılan söz konusu düzenlemeleri, devrim değil doğru tanımıyla "düzenleme" olarak görebilseler, gösterebilselerdi; onları dindarları yok etmenin en azından sindirmenin aracına dönüştürmeselerdi, Müslümanların o düzenlemeleri zamanında doğru okumaları ve millet yararına kullanılmasına katkıda bulunmaları belki mümkün olabilirdi. Nitekim Abdülhakim Arvasi Hazretleri"nin tekke ve zaviyelerin kapatıldığı haberi kendisine verildiğinde "Kapatılsın, zaten işlevlerini tamamlamışlardı" sözleriyle ortaya koyduğu tepki bunun önemli bir örneğidir.

Öte yandan Muhammed Abduh"la (1849-1905) birlikte Protestanlık formuyla modern (batıcı) bir yön kazanmaya başlayan İslamcılık, Said Halim Paşa (1863-1921) ve Mehmed Akif"le (1873 – 1936) birlikte uzun vadeli bir değişim projesi olarak yapılandırılırken, apriori olarak dini bilgide kirlenmeyi de terakkiye mani nedenler arasında sayarak ve bu bağlamda önce hadisleri ve sufilik bilgisini İslamcı düşüncenin dışına itmiş, dolayısıyla bu manadaki tercihleriyle Kemalizm"in ilgili tercihleri arasına zımnen bir mütekabiliyet kurmuştu zaten. (Geniş bilgi için bkz.: Abdurrahman Arslan, "Modern Dünyada Müslümanlar", İletişim Yay., İst.)

İktidarlarına dindar insan gölgesi düşmemesi konusunda aşırı gayretkeş olan Kemalistlerin ise söz konusu düzenlemelerde "halksız devlet" olmayacağı esasını ve (uzun vadede halkı dinsizleştirmeyi planlamış olsalar bile) inancı, kültürü, gelenekleriyle halkın mevcut durumunu gözetmek zorunda kaldıkları da bir vakıadır. Dolayısıyla Diyanet ve tevhid-i tedrisat konusundaki yeni düzenlemelerde Kemalistlerin (arzulamış olsalar bile) "layüsel" davran(a)madıkları, bilakis Osmanlı Devleti"nin "tecrübesi"ne yaslandıkları söylenebilir.

Bunlardan hareketle şu sonuca varmamız mümkündür: Ne Diyanet ne de tevhid-i tedrisat, onları oluşturan "niyetin doğruluğu" açısından değil ancak Kemalizm"in onlara yüklediği "yanlış misyon" ve onlar üzerinden yaptığı "yanlış uygulamalar" açısından tartışılmayı hak edebilmektedir.

Bu bağlamda İslamcıların Diyanet konusundaki eleştirilerinin eskiden olduğu gibi sadece Kemalistlerin İslam düşmanlığına değil, asıl "din / gaybi inanış karşıtlığına" yönelmesi ve bu anlamda doğan boşluktan yararlanarak kendi şahıslarına ya da gruplarına (mezheplerine, meşreplerine, tarikatlarına, cemaatlerine vb.) çıkar sağlamaya kalkışan "maneviyat hırsızlarına engel olmaları akla ve millet çıkarlarına daha uygun görünmektedir.

Tevhid-i tedrisat konusuna gelince:

Devletin öğrenim sistemini yapılandırması, özgür düşünceyi baskılaması anlamına gelmez. Selçuklu"dan beri devlet hem öğrenimi planlamış, yönlendirmiş hem de özgür düşüncenin gereklerini yerine getirmiştir. Osmanlı"da özellikle Abdülhamid zamanına yani öğretimde modernleşmeye kadar sağlanan serbestiyette de genel uygulama bellidir. Kişiler ya da kurumlar özel öğrenimde milletin din anlayışıyla çatışmayacakları gibi devlete yönelik bir muhalefetin, ihanetin odağı da olamazlar.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu"yla yapılan düzenlemenin de niyeti ve mahiyeti neticede budur. Ancak önceki yazımda da belirttiğim gibi, bu kanunun hilafetin kaldırılmasına, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına, bir manada "din dili" diyebileceğimiz Osmanlı Türkçesi"ne mahsus Arap alfabesinden vaz geçilerek Latin alfabesinin kullanılmasına zemin oluşturması nedeniyle "öğretimde birlik" konusu müstakil olarak konuşulamamış, kendi şartlarının gerektirdiği içsel zorunluluklara göre değil her zaman resmi ideoloji ve din çatışmasının alanı içinde mütalaa edilmiştir.

Halen öğrenim sistemindeki bitmeyen arayışlar ve buna bağlı olarak gerçekleşen değişiklikler de bunun sıcak örneklerini oluşturduğu için söz konusu çatışmanın sonuçlarını ayrıca tartışmaya gerek yoktur.

Bugünkü gelinen noktada "öğretimde birlik" şartıyla özel kişi ya da kurumların okullar açmasına yönelik bir kısıtlama da söz konusus değildir. PDY"nin omurgasını oluşturan Hizmet Örgütü"nün darbe kalkışması içinde yer almasına neden olan konu da bu değildir. Onların problemi, Hizmet Örgütü için gerekli olan finansmanın çok büyük bir bölümünü temin ettikleri dershanelere yönelik yeni düzenlemeyle ilgilidir.

Dolayısıyla öğretimde birlik bizde Batı"da Kilise okullarının serbestiyeti düzeyinde ele alınamayacağı gibi, maneviyat hırsızlarının talepleri düzeyinde de ele alınamaz. Ancak Hizmet Örgütü"nün bu konuda neden olduğu istismar ve güvensizlik merkezin baskıya dönüşebilecek müdahalesini haklı da çıkaramaz.

Sonuç olarak Diyanet ve tevhid-i tedrisat konuları, üç buçuk çapulcu hizmetçinin çıkarının fevkinde konuşulması gereken hayati konulardır ve asıl şimdi İslamcıların din-devlet çatışmasının dışında her iki konuyu da (en geniş anlamıyla) millet yararına ele almaları beklenir. Çünkü artık doğruyu konuşmanın doğru zamanı tahakkuk etmiştir.

Darbe sürecini güncelleyerek devletin ve milletin istikrarına kastetmede ısrarlı görünen Hizmet Örgütü"nün bu iki konuda ileri sürdüğü ve sürebileceği hiçbir şeye itibar edilmemesi, asıl bunların tarihi nedenleri ve tartışmalarıyla birlikte kendi gerçeklikleri içinde yeniden değerlendirilmesi elzemdir.

twitter.com/OmerLekesiz
10 yıl önce
Doğruyu konuşmanın doğru zamanı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi