|
Geldik mi yol ayrımına?

Bir beklenenin karşılıksız kalması ve bir beklenmeyenin öne çıkmasıyla, İslamcılık tartışması umulandan farklı bir mecraya kaydı.

Beklenen şuydu: İslamcıların mevcut yerel ve evrensel problemler, fiili dertler konusunda düşündüklerini söylemekle kalmayıp, pratik çözümler, anında sadra şifa olacak reçeteler sunmaları...

Beklenmeyense: İslamcılığın geçmişteki tüm müceddidi hareketlerden beslendiğinin; yerelliğine rağmen ümmeti kuşatan bir öz taşıdığının ve dolayısıyla tarikatlarla, Arap Baharı olarak adlandırılan yeni olay ve oluşumlarla da bağdaştığının belirtilmesi...

Serdar Güneş"in http://serdargunes.wordpress.com adresinde arşivlediği tartışmayla ilgili yazılara toplu olarak baktığımda söz konusu beklenenin ve beklenmeyenin tahakkunu yeniden (ve şimdilik son kez) değerlendirme ihtiyacı duyuyorum.

Bence, İslamcılıkla ilgili ilk yazılar ve onlara karşı yapılan ilk itirazlar, tartışmadan beklenenlerin karşılıksız kalmasında asıl nedeni oluştururdu.

İslamcılıkla ilgili tarihi bir konumlandırmayı esas alan o ilk yazılar öncelikle İslamcıları mevcut tutum ve davranışları konusunda düşünmeye davet eden yazılardı. Ama ne olduysa oldu kefenciliğe ve definciliğe çok hevesli birileri "İslamcılık kaldı mı ki, düşünecek birileri olsun" demeye gelen, ağır ezgili bir timsah ağıdına durunca konunun yönü de değişiverdi. Bu tepkiye karşı İslamcılığın ölmediğini, din baki oldukça İslamcılığın da baki olacağını söylemek en makul olanıydı ki, büyük oranda bu yapıldı.

Öte yandan, sahip olduğunuz bir masaya testerelerle, baltalarla saldırıldığında, varsa savunma gücünüzü o masanın tarihi ve sınai kıymetini ispat etmek için değil, doğrudan o masanın muhafazası için kullanırsınız. İslamcılık tartışmasında zaman zaman tansiyonların da yükselmesine neden olan tablo ise büyük oranda böyleydi.

Bu arada "Ne olduysa oldu" deyişimden, buna mahsus ihtimalleri düşünmekten geri kaldığım da sanılmamalı. Örneğin: Çoğu İslamcıların AK Parti ile birlikte sistemin içine çekildiklerini ve dışarıda kalan birkaç kişininse artık Hizmet Nurculuğu"ndan başka gidecek bir yeri kalmadığını, durumdan vazife çıkarmak suretiyle pekiştirme ihtimalinden söz edilebilir. İlk yazılar İslamcılığın ölümünü amaçlayan bir gol pası gibi olmasa da yine de ondan bir gol pasının üretilmesi bu ihtimali güçlendirdiği gibi, Hizmet Nurculuğu"nun hareketin geneline asıl karakterini veren "siyasetin dışında durmak ve tarikatlaşmamak" gibi iki temel esastan saptığına hiç değinmeksizin İslamcılığın iflasını, Said Nursi"ninse dünden bugüne ne kadar güzel ve olumlu düşünceler önerdiğini ispat gayretleri de söz konusu ihtimali güçlendirmektedir. Yine bu bağlamda gol pası verme ve gol atma hevesinin (doğal olarak) aynı takımda (gazetede) gerçekleşmesi üzerine de zihin yorulabilir. Ama teyiden söylemeliyim ki bu bir ihtimaldir, bundan daha fazlasını düşünmeye engel de değildir.

Beklenmeyene gelince: Ümmet idraki içinde bizden önce yaşayanların ve zaman zaman bugün bizim halletmek zorunda olduğumuz problemlerden daha fazlasıyla yüzyüze gelenlerin tecrübelerinin önemsenmesini, bu manada İslami bilginin taşıyıcısı olan alimlerin, mutasavvıfların, aktivistlerin düşüncelerine değer verilmesini, (mürşitlik, hocalık... tercihleriyle, doğru hükümlerin en doğrusunu seçme hakkı saklı kalmak üzere) birinin diğerine öncelenmemesini vurgulamaktı.

Bir diğeri, yıkılış tarihleri birbirine yakın olan Babür, Osmanlı ve Safevi devletleri zamanında Müslümanların farklı coğrafyalarda muhatap oldukları sorunların bugün ümmetin ortak sorunları haline geldiğinin bilinmesi ve dolayısıyla Osmanlı İslamcılığını da aşan bir vukufiyetle yeni ve kuşatıcı bir bakış açısının geliştirilmeye çalışılmasıydı.

Adlarını zikrettiğim devletlerin yıkılmasından sonra Tarikat-ı Muhammediyye adı altında birleşen tarikatların Endonezya"dan İspanya"ya kadar sergiledikleri korumacı ve direnişçi tutumu anlamanın gerekliliğini belirtmek de yine İslamcılara düşmüştü. Çünkü mesele tarihin tekerrürü meselesi değildi, yeni tarihin yazılmasında sorumluluk üstlenip üstlenmeme meselesiydi.

Bu ümmet vurgusunun, nicedir İslamcı olduklarını söyleme gereği bile duymayan akil kalemler tarafından ısrarla yapılması birilerini çok rahatsız ettiği gibi, Said Nursi"nin alimlerden bir alim olarak görülmesi de yine birilerini çok rahatsız etti. Eline kalemi alan Said Nursi"nin İslamcı olmadığını dolayısıyla benzersiz olduğunu ispata kalkıştı.

Bu katı defansın ve ispat çabasının aslında bir ayrılık şarkısını söylemek olduğu da maalesef anlaşılamadı.

"Peki, geldik mi yol ayrımına?" diye bana sorarsanız, diyebileceğim sadece şudur: "Gözlerime bakın, anlarsınız."

12 yıl önce
Geldik mi yol ayrımına?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset