|
Gelenek derken…

Gelenek kelimesi, Kamûs-ı Türkî (1901) başta olmak üzere yüz yıl öncesinin hatırı sayılır sözlüklerinde yer almaz. Anane kelimesi yer alır ki, Nişanyan''a göre o da ''Arapça sözcük (rawa) fulan ''an fulan ''an fulan.... şeklindeki geleneksel anlatım kalıbından türetilmiştir. Modern Türkçe anlamı muhtemelen Fr tradition (1. rivayet zinciri, 2. gelenek) sözcüğünün yanlış çevirisini yansıtır.''

Geleneğin macerasını ise A. Tietze belirler: ''Gelenek ''eski adet, anane'' aynı manada olan görenek kelimesinin gel- fiil kökü üzerinde Cumhuriyet devrinde yapılan varyantı; herhalde atalardan gelen şey olduğu düşünülmüştür. ''Cumhuriyet devrinde yapılan'' ifadesinin altını çizerek, geleneğin ''bir insan topluluğunun belirli bir süre ortaklaşa sahip olduğu teknikler, kurumlar ve inançlar bütünü'' (E. Doutté) şeklinde kazandığı sosyolojik tanıma yine yerli sosyolojik verilerin içinden bakıldığında, gelenekçilik adı altında bir tür ideolojiye dönüşmesinde dilin kendi şartlarından değil asıl siyasal zorunluluklardan kaynaklanan bir yan olduğunu belirleriz.

Bu zorunluluğun Müslümanların ''İslam'' kelimesini kullanmaktan korktukları ve yaptıkları işleri ''sünnet'' (tradition=gelenek) kelimesiyle irtibatlandırmaktan aciz kaldıkları zamanlara mahsus bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum.

Söz konusu olgu, geçmişe mahsus şeyleri gündelik hayata olan olumlu katkılarını da gözeterek onları belirli bir sınırın içinde korumaya alan modernist tutumdan çok farklıdır. Burada açık bir baskıya karşı kendi inancına ve değerlerine pasif bir ideolojik alan açma çabası söz konusudur. İşte bu alan şimdilerde muhafazakarlık dediğimiz illetli temayülle birlikte ''geleneksel sanatlar''ın hayatiyet kazandığı alandır.

Görülen odur ki, gelenek kelimesini ve gelenekçilik terimini en azından korkulardan türemeleri ve dindarların bu ülkede maruz kaldıkları baskıların tarihini belli oranda içermeleri açısından olsun, reddetmek ve yoksamak durumunda değiliz.

Ancak mezkur işlevleriyle kullanmak zorunda da değiliz. Çünkü geleneğe ''Geçmiş çağlara ait bilim ve sanat yapılagelişlerinin intikali; bir çağın kural, prensip ve mesleklerini öbür çağa aktarıp devrederek geçmişi şimdiki zamana bağlar'' (Okyanus) şeklinde yüklenmiş anlamı/işlevi kullanmayı sürdürürsek bit pazarına rahmet yağmasını bekleyen şaşkınlardan oluruz ve geleneksel sanat diyerek el attığımız hat, minyatür, tezhib, ebru sadece anakronizm üreten ilgilere dönüşür.

O halde gelenek ve gelenekçiliğin mevcut işlevlerinde bir değişim imkanını aramak durumundayız.

Özlem Hemiş henüz yayınlanmamış doktora tezinde iki kelime arasındaki şu farka dikkat çeker: ''..an''aneye baktığımızda sözlü geleneğin doğasını doğrudan işaret ettiğini, ondan ona aktarımı dile getirdiğini görürüz. Gelecek ile aynı kökü paylaşan gelenek ise daha dinamik bir yapıya işaret etmektedir. Salt bir aktarımı değil, bir yenilenmeyi de beraberinde getirir. An''anadeki aktarmada olası değişimler ''kaza'' olarak nitelenebilecekken, gelenek Türklerin çeşitli kültürlerin içinden geçerek geleceğe doğru yol alan yapılarını da yansıtırcasına sürekli olarak yeniden kurulmaya açık bir yönü işaret etmektedir.'' (Temsil Biçimleri Üzerinden Bir Zihniyet Çözümlemesi, İstanbul 2012)

Bundan hareketle geleneksel sanat tanımını (en geniş anlamıyla) sürekliliği ifade eden ''sünnet''in içine çekerek, onu ''Sünnet ehli"nin (Tradisyonalist''in) işine dönüştürebiliriz.

Bu durumda geleneğin Dini ve metafizik olmak üzere iki vechesi belirir (René Guénon) ki, İslam-sanat sorunu da Şeriat vechesinde çözülemiyorsa, metafizik vechesiyle çözülür.

Çünkü hayat boşluk kabul etmez.

11 yıl önce
Gelenek derken…
Hz. Âdem kaç yıl önce yaşadı?
Salat’ü selam ve salat-i tefriciye
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’