|
"Hikâye"ye sahip çıkmalıyız

Nâbizâde Nâzım''ın, modern Türk öyküsünün ilk örneklerinden saydığımız Karabibik''in sunuşunda "Hakikuyyun mesleğinde yazılmış roman mütalaa etmemiş iseniz işte size bir tane ben takdim edeyim" cümlesini düştüğünden beri tam 119 yıl geçti ama "Batılı olamayan, Doğulu kalamayan" bizler hâlâ kitaplara tür yazarken neyi, niye yazdığımızı bilemiyoruz.

Örneğin Nazan Bekiroğlu''nun Dergâh''tan çıkan Nun Masalları''nda "hikâye", Timaş''tan çıkan Cam Irmağı Taş Gemi''de "öykü", Yusuf ile Züleyha''da "aşk klasikleri dizisi" yazıyor, yani üçüncü kitapta tür de yaz(a)mıyor.

Bu durum beni, "roman" ya da roman "benzeri" metinler yazdıkları halde Halit Ziya Uuşaklıgil, Abdülhak Şinasi Hisar ve Mustafa Kutlu''nun "hikâye" kavramından vazgeçmeyişleri üstüne yeniden düşünmeye sevketti.

Halit Ziya Uşaklıgil, roman türünü incelediği ama "Hikâye" adıyla yayınladığı kitabının "Mukaddime''sinde şunu söylüyordu: "Osmanlı edebiyatında layık olduğu önemli yere ulaşamayan türlerden biri de yabancı bir kelime ile ifade etmektense Osmanlı diline duyduğumuz saygı gereği ''Hikâye'' ismini vereceğimiz edebi türdür."

Abdulhak Şinasi Hisar ve Mustafa Kutlu''nun tutumunu belirleyen de sanırım buydu: Osmanlı lisanına hürmet...

Çünkü edebiyatı Paris''te en yetkin yazarla arkadaşlık kurarak öğrenen Abdulhak Şinasi ile deyimleri, isimleri, eserleri ve terimleriyle bir "Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi"ni kültür hayatımıza kazandırmış olan Mustafa Kutlu''nun söz konusu kavramların kullanımında şüpheye düşmeleri, rastgele bir tercihte bulunmaları neredeyse imkansız bir durumdu.

Konuyu Selim İleri''yle de konuştuk. Onun kanaati de bu yöndeydi ki, bir ustadan bu teyidi alabilmek beni sevindirmişti.

Ancak mesele burada kalmamalıydı. Edebiyatımızın bu üç büyük ismi, roman yerine hikâye demeyi tercih ettiklerine göre, bu tercihlerinin yukarıda belirttiğim tür karmaşasını ortadan kaldırmamızı sağlayacak yeni düşüncelere de eşiklik etmesi gerekirdi.

İş buraya dayanınca, kitaplığımdaki mesnevilere, manzum anlatılara, menkıbelere ve "doğulu anlatım geleneği"ne bağlı -bu geleneğin şekliyle değil, özüyle irtibatlı- olarak yazılmış- "roman"lara tekrar baktım.

Ne klasik anlatılarımızın, ne de "roman" diye tanımlananların, "Batılı roman"larla -edebi eser olmalarının dışında- hemen hemen hiçbir ilgileri yoktu.

Örneğin Mustafa Kutlu''nun "Uzun Hikâye; Beyhude Ömrüm; Mavi Kuş; Tufandan Önce; Rüzgarlı Pazar; Chef; Huzursuz Bacak"ı, Nazan Bekiroğlu''nun "Yusuf ile Züleyha; İsimle Ateş Arasında; Lâ: Sonsuzluk Hecesi", Sadık Yalsızuçanlar''ın "Ömer Hayyam Anlatısı; Yakaza; Gezgin; Yolcu; Cam ve Elmas"ı, Sibel Eraslan''ın "Can Parçası: Hz. Fatıma; Siret-i Meryem: Cennet Kadınlarının Sultanı"; Hasan Aycın''ın "Esrarname; Sahipkıran"ı...

Daha da ilginç olan, bu eserlerin "roman" olarak tanımlanmaları onların edebi kıymetlerine gölge düşürüyordu; içerikleri Batılı anlamadaki romanın imkanlarını zorlayan, zorlamak ne kelime yetersizleştiren bir nitelik taşıyordu çünkü.

Hal böyle olunca kendi adıma şu kanaate vardım: Arapça kelimedir diye dilimizden kovmak için yerine "öykü" tanımını uydurduğumuz ama gerçek anlamıyla öykü tanımının çok çok fevkinde derin ve yaygın bir anlama sahip olan hikâye kavramına yeniden sahip çıkmamız gerekiyor.

Kompleksten kaynaklanan "Mesnevilerimiz bizim romanlarımızdır" tarzındaki ucuz yaklaşımı aşarak mesneviyi kendi zamanında, değerinde bırakıp, öykünün öykülüğünden kuşku duymayıp, hikâyeye de yeniden bir değer yüklememiz artık kaçınılmazdır.

Batılı anlamda bir roman yazmışsak buna "roman" diyelim ve yazar, yayıncı, okur, eleştirmen olarak arkasında birlikte duralım, buna kismenin itirazı olamaz; romanın ticari başarısına aldanıp, kısa yoldan üne ve paraya kavuşmak için "romantikselimtrak" takıntılarla edebiyatımızı kirletmeye yeltenenleri de yine birlikte ifşa edelim, buna da herkes razı olsun.

Ancak zihinsel ve kültürel olarak Batılı tarzda roman yazmamızın zor olduğunu (ne bileyim, belki de hiç yazmamamız gerektiğini) düşünüp, Batıdaki roman "gibi" değil, Doğudaki "hikâye" gibi (kendi zamanımızın edebi birikimiyle, tekniğiyle, söylemiyle) hikâye yazmayı ve kitaplarımıza da bu tanımı beğeniyle, keşifle eklemeyi seçmeliyiz.

Böylece hem -yukarıda isimlerini ve eserlerini zikrettiğim- bizden önde koşan yazarlarımızın niyet, gayret ve eylemine yetişiriz, hem de mutmain olmadıkları halde, yayıncı kitabının üstüne roman yazdı diye, "biz post-modern roman yazıyoruz" yollu salakça sözlerle kendilerini savunmaya çalışan yazarlarımızın bulanık sularda yüzme korkularını gideririz.

Yine bu sayede, -merhum Yücel Balku''nun söyleyişiyle- postumuzu da moderne deldirmemiş oluruz.

15 yıl önce
"Hikâye"ye sahip çıkmalıyız
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler