Bu panelle aynı gün, İstanbul'da da
tarafından “Beklenen Kurtarıcı İnancı” adlı müzakereli bir sempozyum gerçekleştirildi.
Buraya da
,
,
,
,
,
,
,
,
,
ve
konuşmacı ve/veya müzakereci olarak katıldılar.
Ankara'daki panelde olmam nedeniyle izleyemediğim bu sempozyumdaki konuşmaların kitaplaşmasını merakla beklediğimi belirterek, paneldeki intibalarım üzerinden, birkaç güncel hususun altını çizmek istiyorum.
İlâhiyat(çı) hocalarımız, kendilerini dine ve dindarların hayatına vaziyet etme (yön verme) şartlanmasından kurtararak, diğer bir ifadeyle dinin ve doğru dindarlığın mümessili olarak değil, dine dair doğru bilgilerin taşıyıcıları (nakledicileri) olarak konuştuklarında, daha dikkatle, daha büyük bir ilgiyle dinleniyorlar.
Yine ancak bu sayede dini olgular ve olayları, ilk ezberlerine (kaydi tekrarlarına) göre değil, bugünün gerçekliklerine göre değerlendirme imkanına kavuşabiliyorlar.
Örneğin bu manada, Şiilik olgusunu ve bugünkü maruz kaldığımız Şii merkezli olumsuz olayları,
sorunuyla,
ve
savaşlarıyla açıklamak yerine,
görüngülerinden biri olarak, güncel gerçeklikler planında daha iyi okuyup, daha anlaşılır şekilde değerlendirebiliyorlar.
Bunları derken, ilâhiyat(çı) hocalarımızla ilgili bir takdirde bulunma, not verme derdinde olmadığımın, her iki durumdan da teeddüp edeceğimin öncelikle bilinmesini isterim.
FETÖ belasından devletteki temizliğe, Suriye savaşından Rus ittifakına, Fırat Kalkanı Harekatı'ndan IŞİD problemine, Yemen iç savaşından son Musul kuşatmasına... yaşadığımız olaylar doğrudan ya da dolaylı olarak din ile irtibatlandırılmaktadır.
Dolayısıyla bu nedenle güncel siyaset ile dinin sınırları her geçen gün daha da belirsizleşmeye yüz tuttuğundan, dindarların (evvel emirde dini bilginin taşıyıcısı olanların ya da olduklarına hükmedilenlerin) kendilerini doğru yerde konumlandırarak konuşmaları da elzem hale gelmektedir.
Çünkü ilgili sorunlar, kendi ilk oluş şartlarına bakılarak çözülmesi mümkün olmayan sorunlar oldukları gibi, ancak din, kültür ve siyaset yönleri ayrıştırılarak, olası bir düşünsel gerilimden uzak durularak, serinkanlı bir tutumla çözülebilecek sorunlardır.
Örneğin, FETÖ'nün mülhit, müfsit ve müflis başı, büyüklük komplekslerinden kaynaklanan vehimleriyle kendisinin mehdi, kâinat imamı olduğunu söylüyor diye, dünyevi kültürün inanç destekli kadim inanışlarından biri olan
, dine düşman olanların elinde geçerli bir itirazi malzemeye dönüşme kaygısıyla, telaşıyla söz namlusuna sürerek konuşamayız ve konuşmamalıyız.
Şundan ki, mehdilik, öncelikle salt İslam kültürüyle ilgili bir mesele değildir.
,
, kimi kişi ya da şeylere olağanüstü nitelikler yükleyerek onu din içinde
... bakımından mehdilik insanlık kültürüne ait bir meseledir.
Bu geniş çerçeveden baktığımızda, “FETÖ başı mehdi olduğunu söylüyor, bunun vebali, mehdiliğe inanan Müslümanların boynundadır” diyerek, dine ve dolayısıyla Müslümanlara saldıranların (ki bunların büyük bir bölümü Solcu-Kemalistlerdir) kendilerinin de farklı bir boyutta mehdilik inanışına tabi olduklarını görürüz. Dolayısıyla
'ten
'a,
'dan
'ya,
'dan film karakteri
'ya,
'e... kadar mehdiliğin farklı formları ve hikâyeleriyle yüz yüzeyizdir.
Bu noktada oluşan ilk soruların ilâhiyat(çı) hocalarımız tarafından cevaplandırılması, olası kuşkuların onlar tarafından giderilmesi de halkın doğal talebidir ki, onların da konuyu tümel yönüyle kültürel, tikel yönüyle İslami boyutlarıyla, salt kendi hakikatleri içinde
anlatmaları beklenilir.
Zira mehdiliği, sadece bugüne mahsus bir meseleymiş gibi ele alarak, mevzuyu Hadis inkârcılığına ve din düşmanlarından özür dilemeye vardıranların şerli niyet ve fiillerinden kurtararak, kendi hakikati içinde doğru değerlendirmek dini ve dünyevi bilginin, düşüncenin taşıyıcıları olduklarına inananlara düşer.