|
İmgenin tiranlığı

Biz, temsili putçulukla suç ortaklığı yaptığı için reddederiz; daha başta tasvirden kaçınarak zihnî suretlendirmeye (imgenin akışına) tabi oluruz bu yüzden. Çünkü imge(ler) akışkanlığına rağmen süreklilik arz etmez; hayal hazretinden gelir ve yokluğa karışır ki, zaten imgenin kalıcılığa meyletmesi halinde de tevhit (birleme) yoluyla onu imha etme imkanına sahibizdir.



Hristiyan felsefeci Jean-Luc Marion ise bunun tam aksini savunarak, bollaşarak başıboşlaşan imgenin tiranlaşma (hatta ideolatrik / putperestlik) eğilimde olduğunu, ikonografik tasvirin ancak bu tiranlığa karşı durabileceğini söylüyor.



Evvel emirde insan zihnin işleyişini ıskalayan bu görüşün bilinmesinde yarar olduğunu düşünerek, bu pazarın okuma parçasını, Marion'un, Murat Erşen tarafından

Görünürün Kesişimi

adıyla dilimize çevrilen kitabından seçtim:



“Eğer bir imgeye dair söz konusu olan, onun Kutsal'ın kutsallığını görünür kılmasını istemek olsaydı, kim bunun yerine tasvir düşmanlığını talep etmezdi ki? Zira kutsalın en âlâ kutsallığı, onun koşulsuzluğunu zayıflatacak ve sonsuzluğunu sınırlayacak her türlü belirlenimin dışında durarak gösterir kendini. Hudutsuz ayrılığı tarafından korunan Kutsal, gerek zihin gerek duyuların her türlü kavrayışından kaçar. 'Ne beden, ne kan, ne insanların iradesi' (Yuhanna 1, 13), 'gözün görmediği, kulağın işitmediği, insanın kalbine uzanmayan' (Yeşaya Kitabı 64, 3=1 Korintoslulara mektup 2,9) şeyi görünürlüğe zorlayabilir; bunun sebebi tam olarak 'Tanrı('nın) onu, kendisini sevenler için hazırlamış' (a.g.e) olmasıdır. Ama nasıl olur da Tanrı'nın kendisi, kendi görkeminin her seyirliğinde görünmez olanı görünürlük için hazırlar? Kuşkusuz, diğer zamanlardan çok bizim zamanımızda, ikonomak (surete/imgeye tapınmayla mücadele edenlerin) günah eğilimi durmadan yeniden doğurmaya ve cezp etmeye devam eder, zira bu eğilim sınırlı olduğu kadar tartışma da götürmeyen bir apaçıklığı inatla tekrar eder: Kutsal asla görülmez, zira seyirlik bizim algımızın emriyle uyumlu olduğu ölçüde, sadece görünür olan görülür. Gelgelelim her seyirlik, ancak görsel deneyimin nesnelerinin olanaklılık koşullarına, yani anlaşılır ya da duyulur bir sezgiye boyun eğdiği sürece kendi görünürlüğüne ulaşır; her iki durumda da sezgi, onu kavrayan ve dolayısıyla sonlulukla tanımlanan zihnin boyutlarına göre ölçer kendini. Fenomenoloji ile eleştirel felsefe bu tespitte uyuşurlar: Hiçbir fenomen, ilk önce bu görünürlüğün kendisinin koşullarına boyun eğmeden, bir seyirliğin görünürlüğüne giremez: Bu koşul, sonlu bir zihne verilmektir. Sonuç olarak en basit sofuluk bu kaçınılmaz ikilemde takılacaktır: ya kutsal kendini olduğu gibi korur, ama o zaman her görünür gösterimden kaçar –ve Tanrı'nın kutsallığı imgesiz ve çehresiz kalır; ya da Kutsal'ı görünüre teslim eden imge, onu görünüre ancak bir kurbanı cellatların eziyetine bırakır gibi terk eder- ve tüm kutsallıktan yoksun imge edepsizce dini aşağılar. Ya görünmezlik ya da sahtekarlık! Günümüze dönersek, bu şekilde şablonlaştırılmış ikonomak alternatif göze çarpar bir yerindelik kazanır. İmge bolluğunun bizi belki de dünyada bir meskenden ve en başta da imgeden yoksun bıraktığı bir imgeler dünyasında yaşamaktayız –ki tartışma götürmez bir bayağılıktır bu. Bu durum tasvir düşmanlığına özgü şüpheyi güçlendirmektedir: Mutlak surette anlamsız oldukları için belirsizce yenilenen, bayağılıkları dolayısıyla eşit oranda yakışıksız olan tüm bu imgeler arasında kutsallığın muhtemel görünürlüğüne sunulmuş hangi bakir alan kalmıştır? Bu imge seli, bir muammanın taslağı halinde de olsa, Kutsal'ın görünmeye başlayabileceği en mütevazı rezervi en küçük bir ölçülülük olmaksızın gölgeleyecek reddede her türlü imkanı işgal etmez mi? Dahası: Eğer imgeler, bugün olduğu gibi sadece deneyimin imkanının koşullarına boyun eğmek zorunda kalmayıp, kendilerini aynı zamanda seyirlik olarak sunmanın koşullarına da uydurmak zorundalarsa, kutsallık ile en önemsiz imge arasındaki uyumsuzluk ölümüne bir çatışma içinde daha da derinleşmez mi? Alımlanmasının koşullarının (sezgi, sonluluk) ötesinde, bundan böyle (gösteri, mesaj, yayın olarak) üretilmesinin koşulları tarafından yönetilen imge doğrudan ve kökten biçimde idol olarak ortaya çıkar, hatta bu sıfatı hak olarak talep eder. Fakat idol görünmez bir aynayı ancak, bizim bakışımızın o aynada doyarak hedefleyebileceği ilk görünürün ölçüsünü sınırlayarak, ya bakışımızın zayıf düşmesinden katlanabileceği son görünürü sınırlayarak kuşatabilir; kısaca idol uç bir seyirliğin aynası sayesinde, dolaylı olarak, gören bakışa, kendi bakışının genişliğini verir. Kendini her başkaya kapatır, çünkü bakışı kendi sonlu kökenine hapseder. Seyirliğin evrensel küfrüne –en başta da, bizim görünürlüğümüzde, Kutsal'ın kimsenin ölmeden göremeyeceği ihtişamını sergileme iddiasında olan seyirliklerin küfrüne- karşı tek savunma olarak ikonomak şiddet ancak böylesi bir imgeler, dolayısıyla da idoller dünyasında ortaya çıkabilir.”


#İmgeler
#Görünürün Kesişimi
#Murat Erşen
8 yıl önce
İmgenin tiranlığı
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler