|
İslami vasat ve sufilik
Vasat, Kur'ani bir kelimedir.

Bakara Suresi'nin, 143. ayetinde “Biz sizi böylece vasat bir ümmet yaptık, tâ ki siz insanlara şahitler olun, Peygamber de size bir şahit olsun” mealindeki kısımda
vasat ümmet
tamlamasıyla geçmektedir.

Aynı kısım, Diyanet Vakfı'nın mealinde “(S)izin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi
mutedil bir millet
kıldık.”; Mustafa Öztürk'ün mealinde “[Ey Müminler!] Peygamber size örnek olsun, siz de diğer insanlara örnek olun diye
adaletli, dengeli, ölçülü bir topluluk olmanızı sağladık
” şeklinde ifade edilmiştir.

Vasat'ın, ümmet (umm, imam), şahid (şüheda) ve kıble kelimeleriyle bağlantısını saklı tutarak söyleyecek olursak, Diyanet Vakfı'nın meali, vasat'a mahsus sonuçlardan bir sonucu gösterirken; Mustafa Öztürk, doğrudan kelimenin dilimizdeki karşılıklarını esas esas almış.

Nitekim İsfahani de bu kelimeyi, “ifrat ve tefritten korunma” anlamıyla birlikte aynı manalarla açıklamış; el-Okyanus da onu izlemiştir.

Elmalılı M. Hamdi Yazır,
vasat kelimesinin, ıstılahi manasını da gözeterek,
vasat ümmet
tamlamasını şöyle açıklamıştır: “…Cenab-ı Allah, Muhammed ümmetini insanlar arasında böyle hakkı bilen, hakkı söyleyen, adil ve doğru yolda güzel ahlakı, ilim ve irfanı ile seçkin, şahid tutulmaya layık ve merkezi bir çekim ve imamlığa sahip, kendisine uyulan bir cemaat yapmak, tam anlamıyla adil bir hakim ümmet oluşturmak için Hz. Muhammed'in gölgesinde yeni bir doğru yola hidayet buyurmuştur.” (Hak Dini Kur'an Dili)

İbn Acibe
de şunları söylemiştir: “Ayette geçen 'vasat ümmet', 'adaletli, en hayırlı ve faziletli' manasındadır. Bu ümmet-i

Muhammed, her işinde ifrat ve tefritten uzak, ikisinin ortasında denge üzere ve ölçülü hareket ettiği için, ona vasat ümmet denmiştir. Mesela, harcamada israf ifrat, cimrilik tefrittir; ikisinin ortası cömertliktir. Düşman karşısında, boş yere tehlikeye atılmak ifrat, korkup kaçmak tefrittir; ikisinin ortası yiğitliktir. Bu açıklama müfessir Beyzavi'ye aittir.” (Bahrü'l-Medid).

Bunlardan baktığımızda vasat'ın mutedil'den daha geniş, berzahtan ise daha genel bir manaya sahip olduğunu; “vasat ümmet” olarak ise aynı zamanda bir sınırlamayı belirttiğini görürüz.

Bu sınırlama, Muhammed ümmeti'ne mahsus olan vasatın, diğer bir söyleyişle “İslami vasatın” sınırlaması olmakla, diğer inançların vasatından ayrılarak biricikleşmesini sağlamaktadır.

Onu biricik kılan esas iki unsur, Kur'an ve sünnettir ki, sınırları da bunlar tarafından (Yazır'dan ve İbn Acibe'den naklettiğimiz içeriklerle) belirlenmiştir.

Buradan, bir Müslümanın düşüncesindeki sıhhate hükmetmede şu sonucu üretebiliriz:

İslami vasat'ta, Kur'an ve sünnette yer alan bir hakikat, başka inanışlarda aynıyla yer alıyor olsa bile, o hakikat oralarda da yer aldığından değil, sadece Kur'an ve sünnette yer aldığından muteber sayılmalıdır ki, böylece “vasat ümmetin” mezkur ilahi tanımının (biricikliğinin) içinde duruluyor olunabilsin.

Buna bağlı olarak, sufi düşünceye (tasavvuf ilmine) geçiş yaptığımızda, İskenderiye'nin (642) ve İran'ın fethini (633-656) takiben Hermetik, düalistik felsefe ve bilahare Hint metafiziği ile kurulan temasın, ondaki muhtemel etkisini abartarak öne çıkarmak yerine, söz konusu muhtemel etkinin sufilik tarafından
emildiğini
ve
üzerine çıkıldığını
düşünmemiz, sıhhat vurgusunu da beraberinde getirecektir.

Böylece, o devirlere ilişkin bilgilerimizin,
yakîn
bir bilgi olmadığı bilinciyle, ilk sufileri sapmak için fırsat kollayan ya da şeri düşünceleri zayıf ve benzer başka düşüncelerden etkilenmeye teşne kişiler olarak görmekten ve göstermekten bu sayede (öncelikle) korunmuş oluruz.

Ardından, ilk ilgili zatların
Veysel Karanî
(ö. 657),
Hasan Basrî
(ö. 728) ve
Ebû Cafer-i Sadık
(ö. 765);
Ebû Hâşim Sûfî
(ö.778) olmalarını dikkate alarak, Kur'an ve sünnete uygunluk konusunda bunların mı, yoksa bugün onları mezkur tarzda itham edenlerin mi isabetli olduklarını, şahsiyyat yaparak tartışmaktan kurtuluruz.

Örneğin,
el-Cabiri
'nin (ö. 2010) Arap asabiyeti taşıması ve felsefeci olmasının da etkisiyle, günümüz insanının anlama tarzına uygun genellemeler yaparak (batın ilgisiyle,
Batınî
olmayı birbirinden ayırmayıp), sufilikte Kur'an ve sünnete bağlılığı bir zorunluluk olarak işleyen Cüneyd'i bile, “rağmen” kaydıyla Hermetik saymasını, tebessüm ederek geçiştirmemiz; ilgili görüşlerini itidal içinde değerlendirmemiz mümkün olmaz. Bilakis İslami vasata uymak yerine, onunla beraber sonuçsuz bir cedelin içine yuvarlanmış oluruz. (Bkz.: Arap-İslam Aklının Oluşumu, Kitabevi Yay., İst., 2001)

Bu manada, eğer sufiliğin doğru değerlendirilmesinde İslami vasat'a tabi olacaksak, günümüzde Din'i ilmihalci teferruata indirgeyen, ekranların cübbeli meczuplarıyla, geçmişten günümüze Allah ve O'nun Resulü'ne (sav) aşk ile bağlı olanları ilim, inanç, istikamet ve gayretleri itibariyle birbirlerinden ayırabilmemiz gerekir.

Düşüncemizi halen el-Gazzalî, İbn Arabî ve İbn Teymiye gibi üç büyük kandil aydınlatabiliyorken, söz konusu ayrımı
kendi zamanımıza mahsus olarak
, İslami vasat içinde yeniden tanımlamaya ve yapılandırmaya güç yetirebiliriz.

twitter.com/OmerLekesiz
#vasat
#vasatlık
#sufilik
#vasat ümmet
#islam
#İbn Acibe
9 yıl önce
İslami vasat ve sufilik
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı