Ben de bu davetin muhatabı olarak, Goethe'nin hayatını biraz deşelemeye başladığımda, onun başta botanik olmak üzere bir doğabilimci sayılacak kadar fizik, kimya, biyoloji, astronomi ve jeolojiye zaman harcadığını öğrenerek hayrete düşmüştüm.
Gerçi, Doğulu kimliğimden baktığımda şimdi o hayretime hayret etmiyor da değilim.
Çünkü İslamî edebiyatın, kelâm'ın ve hikmet'in (felsefenin) seçkinleri, aynı zamanda attar, eczacı, hekim olarak nam salmış şahsiyetlerdir. Sadece
,
'ın isimlerini vermem bu bahiste yeterli olacaktır.
Goethe'yi okuduğum zamanlardan baktığımda ise söz konusu hayretimden şu olgu da anlaşılabilmektedir: Benim kuşağım, edebiyatı Batı'dan / Batılılardan okuyarak öğrendi. Bizi
'ye Goethe,
'ya
,
'a ve
'ya
,
'a
... getirdi.
Ters ya da tersinden bir durum ama gerçek budur.
Goethe'nin botanik ilgisine olan hayranlığıma tekrar dönecek olursam, Allah'ın söz ile tasarrufunun, 1-Kevnî kelimeler (tabiat olayları), 2-Dinî kelimeler (vahiy) olmak üzere iki şekilde gerçekleştiğini öğrenmem ve mezkur botanik ilgisini temellendirebilmem ancak
yönelmemle mümkün olabildi. (Geniş bilgi için bkz.: İbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricü's-Sâlikîn, İnsan Yayınları)
İstitraden söyleyeyim: Bunlardan Türkiye İslamcılarının hal-i pür melâlini de rahatça okuyabilirsiniz. Kendi adıma ben bana sadece acıyla ve dalga geçerek gülümsemeyi tercih ediyorum.
Tasavvuf bilgisi, salt kaydî / kitabî bilgi olarak bile pencereler açabilen, aydınlığı artıran, bulanıklığı dağıtan bir bilgiymiş meğer. Goethe'yi bulmak için Heidelberg'e gitmeden önce, kendi evimdeki atalarımdan, Attar'dan, İbn Arabi'den, Molla Cami'den, el-Kayyım'dan... destur almam gerekiyormuş.
Bu itiraflarımdan ve cehalet beyanlarımdan sonra,
'un sadece
adlı şiirinde kullandığı karpuz, marul, çilek, gül, kiraz, incir, çiçek, peygamber çiçeği, gözotu, fıstık, iğde ve ayva kelimeleriyle bize sanki bir bahçeden sesleniyormuş gibi seslenişinin, kevnî kelimeleri bidayetinden beri duyabilmesinden kaynaklandığını onca geç öğrenişimi ve bundan duyduğum pişmanlığı ayrıca belirtmeme gerek var mı?
“Bidayetinden beri” deyişim, Üstadın
adlı toplu şiirler kitabında yer alan
şiirini, 1951'de yani on sekiz yaşında yazmış olmasından ve daha o şiirinde kevnî kelimeleri (hitabı, sesleri) duyan bir kulağa nasip kılınışındandır.
Hatırlatayım o şiirini:
Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!
Gelin duvağından kopan bir rüzgâr.
Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;
Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar...
O ceviz dalları, o asma, o dut,
Gül gül, mektup mektup büyüyen umut...
Yangından yangına arta kalmış tut.
Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar.
Ama bunca eksiler içinde bir de artım var ki, bunu belirterek kendimi ödüllendirmekten geri duramam.
Hiç değilse,
'nun ve
'ın kevnî kelimeleri (kelâmı) duyabilen sanatçılar olduklarını zamanında keşfedebildim.
Bu vesileyle, geçirdiği kalp ameliyatından dolayı geçmiş olsun dileklerimi de iletmek istediğim Mustafa Kutlu'nun, Yeni Şafak'ta yer alan köşe yazılarında bile tabiattan ne kadar sıkça bahsettiğini bilirsiniz.
Kimileri, gerek öykülerinde, gerekse yazılarında Kutlu'nun tabiattan bahsedişini bir tür köy özlemi, doğal güzelliğin korunma çabası olarak değerlendirebilir. Ama mümkündür ki bu maksatların da dahil olabileceği başka bir yetkinlik, başka bir yöneliş vardır asıl Kutlu'nun tabiat sevdasında.
Vahyî kelimeleri (Kur'an'ı hadisleri, ilhamı, firaseti, sezgiyi...) mümin olmak planında içselleştiren Kutlu, kevnî kelimeleri de
olmak planında bir nimet olarak görebilmiş ve kuşanabilmiştir.
Mü'min bir sanatçı dedim. Lütfen bunu
olarak okumayınız ve söylemeyiniz çünkü aralarında dağlar kadar fark vardır.
O fark, Allah'ın (yukarıda zikrettiğim) söz ile tasarrufundaki iki esası tevhid edebilme farkıdır. Ancak bu tevhidi anlayabilenler ve esere dönüştürebilenler gerçek edebiyatçılardır, sanatçılardır.
Bunun dışındakiler bana göre ya havanda su dövenler ya da seküler söz sakızını çiğnemeyi sanat, edebiyat sanan gafillerdir.
Diyeceksiniz ki, Hasan Aycın üzerinde durmadın. Evet çünkü, duracak birinin müjdesini vermeyi önceledim:
Nasipse, yakın zamanda,
'ın
arasından, Hasan Aycın'ın çizgilerini anlamaya mahsus bir kitabı çıkacak. Hasan Aycın'ın farkını da Cemal Şakar'ın o kitabından birlikte okuyalım inşallah.