Anayasa değişiklik paketiyle ilgili tartışmaların başladığı günden TBMM'deki son görüşmelerin yapıldığı şu güne kadar CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun sarf ettiği sözleri topluca okuduğumuzda, onun adının zorunlu eki haline gelen “çark etme” fiilini de aşan yeni bir çelişkiler tablosuyla karşı karşıya kalırız.
Bunlardan bir kısmının hatırlanması için şu kolajı yapalım:
: “Başkanlık sistemi tartışılabilir, biz tartışılamaz demiyoruz.
: “Başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz. Açık ve net.”
: “Demokratik dille anlatmaktan anlamıyorlar. ABD'deki gibi başkanlık sistemini getirecekseniz buyrun getirin.”
: “Türkiye'yi ateşe atmak istiyorlarsa, siyaseten de bölünme noktasına taşımak istiyorlarsa 'evet' oyu verebilirler. Türkiye'nin bölünmesi söz konusu olabilir.”
: Rejimi değiştiriyorsunuz. Gelen başkan, hakimleri, büyükelçileri, milletvekillerini tayin edecek. Bir kişi bütün yetkilere sahip olacak. Eskiden Hitler'de vardı. Amerikan modeliyle hiç ilgisi yok. Amerikan başkanı büyükelçi tayin edemez. Bunu yapanlar bu ülkeye ihanet içindeler. Bu kadar açık ve net söylüyorum”
: “ABD'deki sistemden farklı, Güney Amerika modellerindeki gibi bir başkanlık sistemi de değil. Gayri milli bir başkanlık sistemi gelecek, milli değil. Bir kişiye bütün ülke teslim edilmek isteniyor.”
: “Davutoğlu'yla beraber halkın yüzde 49.5 oyunu da kapının önüne koyan biri, başkan olunca halkın yüzde yüzünü kapının önüne koyacaktır”
: “Başımıza yeni bir bela açmak istiyorlar, 'anayasayı değiştireceğiz' diyorlar, rejim değişikliği yapmaya çalışıyorlar. Cumhuriyeti ve demokrasiyi kaldırarak yerine dikta rejimi getirmek istiyorlar. Bunun mücadelesini vermek, CHP'nin namus borcudur, bu ülkeye dikta rejimini getirtmeyeceğiz. Bu ülke el kandırılıp, indirilerek kurulmadı. Şimdi tek adamlık dönemi getirmek, devleti yeniden yapılandırmak istiyorlar.”
: “Diyorlar ki 'Tek adam rejimine geçeceğiz' ve diyorlar ki 'Bütün yetkileri tek adama verelim. TBMM'nin kanun yapmasına gerek yok.' Peki kim yapacak? Sarayda bir kişi oturuyor ya, o yapacak. 'Bundan sonra kanunu o yapsın.' Buna izin vermeyeceğiz.”
: “Bütün yetkileri bir kişiye vermek istiyorlar. Bu proje bu anayasa değişikliği Türkiye Cumhuriyeti tarihine ihanettir. Bu anayasa değişikliği parlamento geleneğine ihanettir.”
: “Demokratik parlamenter sistem neyimize yetmiyor.
bir kişiye teslim edilebilir mi? Bu kadar küçük ve onursuz bir devlet mi
Cumhuriyeti? Kim olursa olsun cumhurbaşkanlığı makamında biz bunlara karşıyız.”
: “Genel Kurul'un kararına saygı göstereceğiz.”
Bunlardan bakıldığında Kılıçdaroğlu'nun başkanlık tartışmalarında nerede durduğuna, neye, neden ve nasıl karşı çıktığına dair sağlam bir gerekçe elde etmek mümkün olmadığı gibi, bilakis olumlamayla olumsuzlama, uyumla uyumsuzluk, iç savaş vb. son derece tehlikeli tehditlerle siyasi tahammül, ihanetle vatanseverlik vurgusu arasında bir duvar saatinin sarkacı gibi salınıp (deyim yerindeyse sallanıp) durduğunu belirleyebiliyoruz.
Yine de iyi niyetle bakarak, Kılıçdaroğlu'nun durumunun farkında olabileceğine hükmediyoruz ki, sessizliğe mahkum ettiği Deniz Baykal'ı da son kertede
sıfatıyla sahneye çıkarmasının sebebi de budur. Ancak gözden kaçırdığı husus, Deniz Baykal'ın eski bir
olarak
olmasıdır.
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu'nun ölümüne muhafazakar bir tutumla, başkanlığa karşı çıkışıyla ilgili en ufak bir delil, sağlam bir gerekçe ortaya koymaksızın, söylendiği ortama göre şekillenen içi boş, yer yer külhani konuşmalar yapması, hem başkanlığın lüzumunun bir delili haline geliyor hem de başkanlığı savunanların elini güçlendiriyor.
Bu bakımdan, Kılıçdaroğlu'nun dolayısıyla CHP'nin ilgili tartışmalarda saf dışına itilmemesi oldukça faydalı da görünüyor.
Çünkü Kılıçdaroğlu, çark edişleriyle birlikte, şimdiden kendi bindiği dalı kesen bir muhalefet lideri olarak siyasi tarihe geçmiş bulunuyor ki, bunu da onun başkanlığa geçişteki
olarak şahsi kâr hanesine eklemek gerekiyor.