|
Köprüden takoza İran edebiyatı
İran edebiyatı, mevcut Şii yönetiminin semavi kitap olarak tanıdığı Avesta ve Zend'ten (MÖ 8. asırdan) kalan kimi parçalarla, Sasaniler zamanında yazılan, (aynı zamanda onun resmi tarihi olan) Hudâynâme ve benzeri din dışı diğer eserlerin mitik, efsanevi izleklerini terketmeksizin, asıl İslam sonrası eserlerle şaha kalkmış bir edebiyattır.

Şehnâme'siyle İslam öncesi ve sonrası İran edebiyatında kelimenin tam anlamıyla bir köprü olma işlevini üstlenen Firdevsî (ö. 0120) ile onu izleyen Nizâmî-i Gencevî, Ebü'l-Ferec-i Rûnî, Eşref-i Gaznevî, Nizâmî-i Arûzî, Baba Tâhir-i Uryân, Ebû Saîd-i Ebü'l-Hayr, Hâce Abdullah-ı Herevî, Ferîdüddin Attâr, Nâsır-ı Hüsrev, Ömer Hayyâm, Cemâleddîn-i İsfahânî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Kemâleddîn-i İsfahânî, Sa'dî-i Şîrâzî, Abdurrahman-ı Câmî, Hâfız-ı Şîrâzî, Mahmûd-ı Şebüsterî, Muhteşem-i Kâşânî, Rükneddin Mes'ûd-i Kâşî vd. İran edebiyatını İslam ümmetinin edebiyatı olma katına taşımışlardır.

Bizde olduğu gibi, etkileri on dokuzuncu asırda başlayan Batılılaşma ile birlikte İran'da da edebiyatta ulusçu tutumlar ağırlık kazanmış ve edebiyat adına bizim muhatap olduğumuz her olumsuz durum kimi farklılıklarla İran edebiyatını da kuşatmıştır.

Yine tıpkı bizde olduğu gibi bugün de İran'da geleneğe bağı kalmayı savunanlar (muhafazakarlar), gelenekten tümüyle kurtulup Avrupa tarzı eserler vermeyi arzulayanlar (Batıcı - Solcular) ve bu ikisinin ortasında duranlar (sentezciler) arasında yoğun bir çatışma yaşanmaktadır.

Biz zorunlu modernler olarak unutturulan edebiyatımızla çeviri, latinize etme yoluyla yeniden bilinçli bir bağ kurmanın dinamizmi içindeyken, İranlılar bundan da mahrumlar. Çünkü bizim gibi bir dil (alfabe) değişimine maruz kalmadıkları için, eski edebiyatın büyüklüğü, ağırlığı altında yaşıyorlar ve dolayısıyla onunla aralarında makul bir mesafe oluşturamadıklarından ondan bir köprü olarak istifade etmek yerine, adeta onu kendileri için aşılması çok zor olan bir takoza dönüştürüyorlar.

İran'da kendileriyle bu konu etrafında konuşma imkanı bulduğum genç edebiyatçılar, bizdeki dile müdahalenin dine müdahale olduğunu anlamaları zor olduğundan, bizim bu sayede modern edebiyatla temasımızın arttığını ve bunun sonucunda çok satan ürünlere ve nihayet Nobel ödülünü hak eden bir kaliteye ulaştığımızı sanıyorlar.

Kanaatleri böyle olunca, iyi bir romancı da olmasına rağmen Orhan Pamuk'a Nobel'i kazandıran şeyin edebiyat değil siyaset olduğunu söylemenin bir kıymeti kalmıyor. Dahası bizdeki edebi toparlanışın (ya da kalite yükselişinin) eski edebiyatla yeniden kurduğumuz köprüler sayesinde mümkün olduğunu açıklamak da onları ikna etmeye yeterli gelmiyor.

Elbette, o genç edebiyatçıların, itirazlarıma rağmen, ısrarla “siz bizden çok iyisiniz” demelerine bir edebiyat emekçisi olarak gönlümün gönenmediğini söyleyemem. Ancak söz konusu yaklaşımlarındaki çifte tehlikenin beni korkuttuğunu da gizleyemem.

Şöyle ki, Tanzimat'tan beri bizim batımız Avrupa, İranlıların batısı ise İstanbul'dur. Bizim başı sıkışan Jönlerimiz Paris'i mekan tutarken, İranlı jönler ise İstanbul'u mekan tutmuşlardır.

Dolayısıyla biz modern edebiyata tutunmakla birlikte öz'ümünüzü koruyarak Batı taklitçiliğinin üstesinden gelmeye çalışırken, onlar hem bizim reddine gayret ettiğimiz taklitçiliğimize, hem de bu taklitçiliğin neden olduğu (çok satmak, kısa yoldan ünlenmek vb.) kemmî sonuçlara hayranlık duyuyorlar.

Bu manada, onlara Goethe'nin Hâfız-ı Şîrâzî'yi aşmanın kompleksiyle öldüğünü bildirmenin bir hükmü de olmuyor. Çünkü Goethe'nin kendisine rakip şeçmesini onlar (yukarıda da belirttiğim gibi) kendileri için aşılamaz bir engel olarak görüyorlar.

Oysa ki bu durumla, geçmiş edebiyatla olabileceği gibi, bizdeki herhangi bir yeni örneğiyle şimdi de yüz yüze gelinebilir.

Nitekim Üstad Sezai Karakoç, Şeyh Galib'in varisi olarak yeni şiirde bir zirvedir ama aynı zamanda temsil ettiği zirvenin zor aşılabilirliğiyle yeni şairlerin önünde bir engeldir. Diğer bir örnek, gelenekle modern anlatım (tahkiye) arasında ilk muhkem köprüleri kuran Mustafa Kutlu'dur.

Bunları söylüyorum ama bir taraftan da gözüm masamı işgal eden dev bir kitaba kayıp duruyor: Şehnâme'nin, Şah Tahmasb'a sunulan nüshasının, orijinal minyatürleriyle birlikte Farsça ve İngilizce olarak 2013'te yapılmış bir baskısı… Yaklaşık on kilo gelen bu kitabın duruşu bile, İranlı edebiyatçıların bir kısmına değindiğim sorunlarının ağırlığını ele vermeye sanki yeterli geliyor.

İranlıların, eski muhteşem edebiyatın üzerlerine çöken ağırlığı altından kalkıp, ondan yeni edebiyata köprüler kurmayı öğrenmedikçe, edebiyattaki şanlı günlerine dönmeleri çok zor görünüyor.
#İran edebiyatı
#Nizâmî-i Gencevî
#Ebü'l-Ferec-i Rûnî
#Eşref-i Gaznevî
#Nizâmî-i Arûzî
#Baba Tâhir-i Uryân
#Ebû Saîd-i Ebü'l-Hayr
#Hâce Abdullah-ı Herevî
#Ferîdüddin Attâr
#Nâsır-ı Hüsrev
8 yıl önce
Köprüden takoza İran edebiyatı
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı