Beytü'l Makdis'teki müsellem ve mütevekkil yüzlerden, şıracıların, şekerlemecilerin, şaldan bebek arabasına, makyaj malzemesinden
'ya hemen her şeyi satan esnafın meraklı, karşısındakini ikna etmeye hazır suretlerine muhatap olarak ve telaşsız yürüyüşte bile ille de birilerine çarparak ve karşı çarpışlara maruz kalarak ulaştığınız için, el-Halil Kapısı sükunetiyle adına yarışır bir şekilde Dost Kapısı'nda olma hissi sunar size.
El-Halil'den çıkıp, Kudüs surlarını solunuza alarak sürdürürsünüz yürüyüşünüzü. Bu bölge
'na (Sion Tepe'sine) varıncaya kadar park ve aynı zamanda yürüyüş yolu olarak tanzim edilmiştir. Yahudilerin, sanki “Bakın bizim işgalimizdeki yerleri ne güzel de tanzim ediyoruz” dercesine, Kudüs'ün dününe ve bugüne dair bilgilendirici haritalarla, krokilerle de süsledikleri bu alanda (özellikle Sion Tepesi'ne yaklaştıkça) kippalı, peyotlu, perçem sakallı, leğen şapkalı Yahudilerle temas edersiniz.
Yine surları solunuza alarak yürümeye devam ettiğinizde
'ya ulaşırsınız. Bu kapıdan düz devam ettiğinizde (ki, sola dönerseniz, birden
'la karşılaşıp, kendisinizi Beytü'l-Makdis'te buluverirsiniz)
'na (Via Dolorosa'ya) girmişsiniz demektir.
Bu yol, Hıristiyan turistlerle birlikte omuz omuza, yol verme nezaketi, fotoğraf makinalarının kadrajına girmeme... jestleri içinde yürüyeceğiniz bir yoldur. Nasıl Sion Tepe'sinde, Yahudilerle aynı mekanı farklı niyet ve istikametlerle paylaşmışsanız, burada da Çile Yolu'nu Hristiyanlarla aynı şekilde paylaşırsınız.
'in doğduğu evin, kiliselerin, İsevi durakların, Müslüman tekkesinin ve okulunun duvarlarına dokuna dokuna yaklaşık beş yüz metre yürüdükten sonra karşınıza çıkan cami, size bir kavşak noktasında olduğunuzu söyler.
Buradan sola dönerseniz kilise ile Yahudi okulunun önünden geçerek iki yüz metre sonra tekrar bir sol yaptığınızda
(Mahkeme)
'ndan Beytü'l-Makdis'e girersiniz. Sağdan devam edecek olursanız
ile
(Kıyamet)
'ne çıkarsınız.
İşte bu alan, iki muharref din ile bir dosdoğru dine (İslam'a) ait sembollerin çarpışmaksızın yarışırcasına yaşadıkları alandır. Sübyan mektebinden çıkan Yahudi çocuklarının sesleri ezan seslerine, o da çan seslerine karışır ve bu gezinize, tanıklığınıza binaen ister istemez şunu düşünürseniz:
Bunları turistik bilgi babından anlatmadım. Kendi sosyal (siyasal değil) dinamiklerine dışarıdan müdahale edilmediğinde, hayat kendi akışına bırakıldığında,
ciddi problemlerin yaşanmayabileceğini tecrübelerime dayanarak söylemek için anlattım.
Ama haberi duymuşsunuzdur.
(Knesset), birkaç gün önce
ezanın hoparlörlerden okunmamasını öngören bir yasa tasarısını onayladı.
Bunun mânâsı şudur: Rahat duramıyor; ortamı bulandırmazsa, karıştırmazsa, durduk yerde problem çıkarmazsa huzur bulamıyor, fitneci!
! Emevi sarayının kalıntılarına inerken, eski sur kalıntılarının üstünde güle oynaşa, bağıra çağıra oynayan Yahudi çocuklarının gürültüsü ses temizliğidir de ezan sesi mi kirliliktir!
Veya Ömer Camii'nde cemaatle namaz kılarken imamın sesini bastıracak, tekbirlerini ilk saftakilere bile duyurmayacak kadar canhıraş bir şekilde çalan çanların sesleri temizliktir de ezan sesi mi kirliliktir!
Hangi yönden, kaç bakış açısından bakarsanız bakınız,
Eğer böyle değilse, hadi İsrail Parlamentosu, Müslümanların ibadetlerini zorlaştıran çan seslerini de kıssın; kendi
ını yasaklasın!
Hepi topu 12,5 milyon Yahudi'nin şofarını kim bilir, kim duyar demeyin. Mucusilerin şamdanını kendi kutsalına dönüştürüveren Yahudi Şeriatı, şofarı da yarın en gür sesi çıkaran bir boruya da dönüştürebilir.
Burada asıl mesele ne ezandır, ne çandır, ne de şofar!
Mesele, Kudüs'e tümüyle tahakküm etse de asla (ve ilelebet) hükmedemeyecek olan Yahudilerin meşruiyet sorunundan kaynaklanan, kalıtsal olduğu için de asla bitmeyecek olan huzursuzluğudur.
O Yahudi huzursuzluğu, bugün Müslümanların hayatını zorlaştırmaktadır, yarın da Hıristiyanların hayatını zorlaştıracaktır.
Bunun diğer adı fitne çıkarmaktır ki,
'dan sonra Yahudilerin nasibine de fitneden başka hiçbir şey düşmemiştir.