|
Mamullerin halleri

Ahmet Kekeç''in gönlümü gönendiren jestini görmekle kalmayıp, "şairden bozma"nın yeni yazılarını derhal daha yakından izlemeye başladım. Olacak ya o, bir "merkez" meselesine takılıp, çamurlu tarlada patinaj yapan kamyonlar misali patinaj yapmaya başlamaz mı? Bense hiç hazzetmem böyle pehlivan tefrikası gibi yazılardan; tersinden de olsa şairden bozma''nın muhatap değeri yüklenmesine fırsat vermek gelmedi içimden; ilk heyecanım kayboldu gitti.

Ahmet Kekeç, şairden bozmanın dışında, açık kimliklerine tam vakıf olamadığım kimi mamullerden bahsederek, onları da seçebileceğimi söylemişti. Onun nitelemelerine bakınca bunların "insandan bozma" mamuller olabileceklerine kanaat getirdim ki, benim edebiyatla sınırlı mütevazı dünyamda böylelerine yer yoktur. Hem nasıl bir dünyadır ve ne menem mamullerdir Kekeç''in anlattıkları; daha okurken Maymunlar Cehennemi''nin setine düştüğümü sanıp, korktum harbiden. Ahmet Kekeç''e sadece kolaylıklar dilemiyorum, büyük bir sabır da diliyorum; işi zor ki ne zor!

Sonuçta, işin "edebi polemik" tarafında durmaya karar vermekle kalmadım, sevgili arkadaşıma özenip bir de liste oluşturdum ve gördüm ki benim dünyamda da üzerinde çalışılabilecek ciddi sayıda mamul var:

Onun Norma J. Mortenson zamanlarının bile çok gerisinde yaşadıkları halde, Marilyn Monroe şöhretininin hayalleriyle avunup, "kendimizden bir şey satmazsak, romanlarımızı da satamayız" anlaşıyışına bel bağlamış yazıcılar, örneğin...

Parçalanmış aile çocuğu olduğunu söyleyerek merhamet dilenenini mi, "Mihribanım" türküsünden esinlenerek sarıya boyattığı saçlarıyla yüzünün yarısını kapatıp kendisine gizemli yazar süsü vermeye çalışanını mı, diz güzelliği yarışmasına katılmış bir surdibi dilberi gibi bar taburesi üstünde poz verenini mi, "gale, yegulü" demeyi öğrenemeden başımıza derviş kesilip, tasavvufi edep dersi vermeye kalkışanını mı?... Ne ararsan var... ilk üç yüzbin baskılık romanlarıya, dört yüz bin yüzlü yüzsüzler timi... Seç, beğen, al!

Arabesk müzik eşliğinde kahırlanarak, aşkımtrak duygulanımlarından bir roman çıkarmakla kalmayıp, büyük eserini(!) daha mürekkebi kurumadan ivedilikle filmleştirme telaşına düşen Malaparte görünüşlü birini daha işaretleyebilirim.

Biter mi? Bitmez! Muhalif olmayı çirkeflik yapmak zannedip, davet edildiği kurumsal organisyonlarda kürsüye zil-zurna sarhoş çıkmayı, "erkek fatma"nın tahtına "aygır fatma" tiplemesiyle oturup, "yakarım ulan çıranızı" naraları atarak, kürsülerden kazınmayı marifet sayanlar ve bu marifetlerini özel ilişkileriyle "malum medya"ya, Vurun Kahpeye filminin setinden kaçıp gelmiş Aliye pozlarıyla taşıyanlar da var.

Zoraki komedilerin malzemesi olarak "görünür" olamayacaklarını anlayınca, o komedinin masum ve samimi taraftarlarına bile "yok devenin nalı" dedirterek, istiskal edilmenin kızgınlığıyla saç-baş yolduran yazarlar var bir de. Örneğin, bir kadın yazarın, yayın ortamında sağlam karakteriyle tanınan eski kocası yazdığı romanda, evlilik günlerine ait mahremiyetleri sokağa döktü diye, cinsiyet ve meslek dayanışmasının en güzel protesto örneğini veren yazarlarımız, o protestolarının üstünden daha altı ay geçmeden, savundukları o kadın yazarın söyleşilerinde peynir-ekmek yemekten bahsedercesine, bir kadının başına gelebilecek en kötü olayın kendi başına nasıl geldiğini ballandıra ballandıra anlatması karşısında dilsiz kalmışlardı. Bunu da ekledim listeme, çünkü bu yazar, edeplilerin suskunluğu yüzünden kapatılan vaki edepsizliğiyle Avrupa''da Türk edebiyatını temsil eden üç yazardan biri seçilmişti, o söyleşilerinin hemen ardından.

Ahmet Kekeç''e özenerek oluşturdum bu liste yüzünden, aman, "edebiyat ortamı, medya ortamından farksızmış" gibi bir düşünceye neden olmayayım. Bu liste çizgi-altındakilerin listesidir; bunlar edebiyatın sokak aralarında mekan tutmuş cız-bız köfteci kabilinden yazıcılardır; yani Türk edebiyatını temsil edemezler. Edemezler, çünkü, "Yangın kavmindeniz ne giysek alev" diyen Hulki Aktunç, edebiyatı mazisi ve şimdisiyle sürekli gündemde tutan Selim İleri, onca güzel öyküden sonra "hikaye" türüne de hayat veren Mustafa Kutlu, çizgideki maharetini yazıya aktaran Hasan Aycın, gölgesiyle bile ağır romancı Adalet Ağaoğlu, yüreklerinin gümbür gübür atışlarını daima duyuran İhsan Deniz, Hüseyin Atlansoy..., "Hakikat kendini kibirli olanlara açmaz" sözünün muti bir izleyicisi olan Haydar Ergülen... ve daha onlarca yazarımız henüz yaşıyorlar...

Türk edebiyatı adına umutlu olmalıyız. Bu umuda gölge düşürmeye kalkışanlarla uğraşmaktır muradım, yoksa polemiğin de köşe yazısının da canı cehenneme...

15 yıl önce
Mamullerin halleri
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı