|
Muhyiddin İbn Arabî
İbn Arabî, kendisinden önceki sufilerin, sufiliğe din ilimleri içinde bir itibar kazandırma şeklindeki kaydi çabalarını, din ilimlerini sufilikle muteber kılma yönünde değiştiren ilk isim olmakla maruftur.

Bu yanıyla Konevî, Iraki, el-Cendî, Nesefî, Kayserî, Ferganî, Kaşanî, el-Cîlî, Fenarî vd. kendi takipçilerinin dışında, sufilerin ve ulemanın kendisine ya mesafeli durmalarına ya da onlar tarafından açıkça sevilmemesine neden olmuştur.

Takipçilerini zikretmişken, İbn Arabî düşüncelerini sistematize eden Ekberîlik'in, onun şahsıyla ilgili ürettiği olumsuzluğu da işaretleyerek sürdürelim sözümüzü.

Vahdet-i vücud'u merkezî terim olarak seçen mektebin, halk arasındaki adı olan Ekberîlik, söz konusu merkezî terimi (eserlerinde hiç kullanmadığı için) İbn Arabi'den almamış, ancak ondan sonraki bir zamanda, onun ilgili sözlerinin bu yönde yorumlanmasıyla üretmiştir (Geniş bilgi için bkz: Mustafa Tahralı, Füsûsu'l-Hikem Şerhi ve Vahdet-i Vücud ile Alakalı Bazı Mes'eleler; Ahmet Avni Konuk, Füsûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi, Cilt: 1).

Nitekim,
İmam-ı Rabbanî
, bu husustaki hassasiyetinden olmalı ki, İbn Arabî ile Ekberîliğe dair eleştirilerini özellikle ayırmış; İbn Arabî için, yer yer kimi görüşlerini de eleştirmesine rağmen, “Onun hakkında kötü söz söyleyenler doğrudan uzaktırlar” kaydını düşerken (bkz.: Mektubât-ı Rabbânî, Cilt: 3), Ekberîlerin görüşlerini ise sert bir dille, kıyasıya eleştirmiştir.

İşin aslında ise İmâm-ı Rabbânî'yi bu tutuma sevkeden de yine İbn Arabî'nin kendisidir. Şöyle ki:

İbn Arabî, sufi metafiziğini İslami ilimleri de etkisi altına alacak şekilde yeniden yapılandırırken, Platon'dan İbn Sina'ya, Eş'arî'den el-Gazzâlî'ye, el-Muhâsibî'den Cüneyd'e, İşrakîlik'ten Hind ve Uzak Doğu felsefelerine kadar kendisinden önceki bilgileri kendi düşüncesinin içine çekip, sonra onların üzerine çıkarak nevi şahsına münhasır üst bir dille (özel bir terminolojiyle) bunu sağlamıştır. İmâm-ı Rabbânî ise aynı yöntemi, İbn-i Arabî'yi de katarak uygulamıştır.

Bunlardan baktığımızda, İbn Arabî'yi muvahhit ve muallim terimleri ancak en iyi şekilde tanımlayabilmektedir.

Muvahhittir çünkü, Kur'an ve sünneti (değil manaları, onlardaki tek tek kelimeleri kullanmayı bile edep şartı kabul ederek) düşüncesinin merkezine oturtup, kendi oluşturduğu şu diyagram (terim, William Chittick'e aittir) üzerinden Tevhid'in içinde seyretmiştir:


“-Dinler, yalnız ilahi ilişkilerdeki farklılıktan dolayı farklı olur.

-İlahi ilişkiler, yalnız durumlardaki farklılıktan dolayı farklı olur.

-Durumlar, yalnız zamanlardaki farklılıktan dolayı farklı olur.

-Zamanlar, yalnız hareketlerdeki farklılıktan dolayı farklı olur.

-Hareketler, yalnız teveccühlerdeki farklılıktan dolayı farklı olur.

-Teveccühler, yalnız gayelerdeki farklılıktan dolayı farklı olur.

-Gayeler, yalnız tecellilerdeki farklılıktan dolayı farklı olur.

-Tecelliler, yalnız dinlerdeki farklılıktan dolayı farklı olur.”

İbn Arabî gerçek bir muallimdir çünkü, (Cürcanî'nin kelimelerine yaslanarak söyleyecek olursak), muallime kolay öğrenmemizi sağlaması bakımından muhtaç olduğumuzu, ancak zorunlu ihtiyaçla ona muhtaç olmadığımızı, “Kendini bilen Rabbini bilir” hadisiyle birlikte bize sürekli hatırlatarak, buna erişmemizin yollarını göstermiştir. Bunu yaparken telkinde değil, teklifte durmuş; bizim seviyemize asla inmemiş, bizi kendi seviyesine çekmeyi seçmiştir.

Bu manada kimseyi baskılamayan, (Allah ve Peygamberler dışında) kimse tarafından baskılanmayı da kabul etmeyen İbn Arabî, kendisinin belirli bir sıfatla tanımlanması konusunda çaba göstereni (tıpkı İbn-i Rüşd'le olan “evet ve hayır” diyaloğundaki gibi) üzebilmektedir. Diğer bir söyleyişle onu naklî ve aklî ilimlerden hangisine mensup sayarsak sayalım, ondan, önce “evet”, sonra “hayır” cevabını birlikte alabilmekteyiz.

Bu nedenle İbn-i Arabî'nin ferden (tek başına) okuması, ilgili ehliyet sahiplerince uygun görülmemiş; eserlerinin, onu doğru anladığından emin olunan bir üstadın nezaretinde okunması salık verilmiştir.

Benim uyguladığım daha az sakıncalı ferdi okuma yöntemi ise, tematik okumaya dayanmaktadır. Yani tefsir, kelam, hadis, fıkıh, ontoloji, kozmoloji, harfler ilmi, sanat… gibi konulardan birini önceleyerek okumak, cehaleti ortadan kaldırmasa bile, bu okuma belli bir amaca yöneldiğinden, ancak o konuda ondan mümkün olabildiğince (sap-ıt-madan) doğru bilgilenmeyi sağlayabilmektedir.

Öte yandan, yukarıda zikrettiğimiz üst dil planında da İbn Arabî, kendine özel ıstılahları kullanmasının yanı sıra, kendisinden önceki bir çok ıstılahı da içerik olarak zenginleştirmek suretiyle kullandığı için, eserlerini okurken bu yönde özel bir ilgiyi, dikkati ve yönelişi talep etmektedir.

Böyle olunca da okurunu avucunun içine almakta ve dolayısıyla onun başkalarının kitaplardan soğumasına, kendisinin verdiği bilgilerin dışındaki bilgilere karşı lakayt davranmasına yol açabilmektedir.

Yalancının sözünü teşhir etmek yerine, müminin haberini tasdik etmeyi öğütlemesi; her ne söylerse söylesin, kelime yönünün daima Kur'an'a, sünnete, büyük sufilerin sözlerine bağlanması ve kendini bilmeyi Rabbini bilmenin şartı sayarak, İlahi isimler nazariyesinin sunduğu geniş düşünebilme / davranma imkanı içinde, bizleri özgürlük vadisine yönlendirmesi bakımından ise klasik ulema ve sufilerden farklılaşarak, mutlaka izlenmesi gereken bir şeyhe dönüşebilmektedir.

Sonuç olarak İbn Arabî'nin, belirttiğimiz nedenlerle düşüncelerinin kuşatılması çok zordur. Ancak ondan gereğince beslenebilmemizin yolu da kendi istihkakımızın, istidadımızın bilincinde olunarak zorlanmasıyla mümkündür.

Bunu samimiyetle yapanlara onun kendisini açabileceğini, kasıtlı davrananlara ise sapmaları yönünde etki edebileceğini tahmin etmek hiç zor de olmasa gerektir.

twitter.com/OmerLekesiz
#İbn Arabî
#Konevî
#Iraki
#el-Cendî
#Nesefî
#Kayserî
#Ferganî
#Kaşanî
9 yıl önce
Muhyiddin İbn Arabî
Akdeniz’de savaş mı barış mı?
Yapılar “arası” ve yapılar “içi” çatışmalar
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar