Irak'ın seçilmiş gibi gösterilerek atanmış başbakanı İbadi'nin, General Patton edasıyla gürleyişleri, Musul'un İŞİD tarafından alınışına mahsus (İbadi gibilere bir utanç olarak dönen) komediyi unutturma gayreti olarak da yorumlanabilir.
Hatırlayalım: ABD, 2003'te Irak'ı ülkeye özgürlük getirmek vaadiyle işgal etmişti. Kısa sürede anlaşıldı ki, ABD'nin özgürlük getirmekten maksadı, Şii'sinden Sünni'sine, Arab'ından Kürd'üne, Hristiyan'ından Ezidi'sine, Türkmen'inden Süryani'sine... Irak halkların birbirlerine boğazlatmaktır.
Sonra ABD bu fiilini, bir taşla iki kuş vuracak şekilde daha işlevsel kılmak üzere terör örgütleri de kurdurdu. İŞİD bunlardan biriydi ki, onun sayesinde hem Irak'taki askeri varlığını gerekçelendirecek hem de İslamofobyanın Batıdaki olumsuz etkilerini derinleştirecekti.
Bu himayeyle İŞİD, 2014 yılında, Musul'u iki bin kişilik bir güçle, İbadi'nin yirmi beş bin kişilik ordusunun elinden, kolayca alıverdi: Her nedense(?) İbadi'nin yirmi beş bin aslanı, tek bir kurşun atmadan, ellerindeki ABD silahlarını da paşa paşa teslim ederek Musul'dan yarıldılar.
ABD, İŞİD'i özellikle ve öncelikle Fransa'yı ve Türkiye'yi bölgeye layık gördüğü yeni haritayı benimsemeleri hususunda ikna etmek üzere gereği kadar kullandı. Türkiye'nin “yeter artık” itirazıyla, kendi sınırlarını güvenlik altına almak için başlattığı operasyon (ve benzeri birkaç farklı neden) üzerine, artık İŞİD mızrağını çuvala sokamaz hale gelince, Musul'un İŞİD'ten geri alınması için, her zaman elinin altında bulunan
bastı.
Şimdi, ABD tarafından eğitilen
, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne bağlı
, İbadi'nin o muhteşem kahramanlık destanları yazmış
, İran'ın savaşı kendi dışında tutmak üzere Irak'ta yapılandırdığı, desteklediği
, Türkiye'nin (Başika'da) eğittiği, Musul Valisi Nuceyfi'ye bağlı
, İŞİD'e karşı oluşturulan on beş ülkenin maddi ve manevi desteğiyle Musul'a yürüyorlar.
İbadi'nin, Musul'u kurtarmak için aldığı yeni yüksek görev nedeniyle bırakmak zorunda kaldığı tiyatroyu ise, “Türkiye masanın dışında. Niye masanın dışında? Benim komşum. Benim ağırıma gidiyor” çıkışıyla
devralmış gibi görünüyor.
Herkesin bildiği bir hakikat olması bakımından söylemeye gerek yok ben yine de söyleyeyim: Kılıçdaroğlu'nun ne masadan, ne onun nerede olduğundan, ne de etrafında kimlerin oturduğundan hiç mi hiç haberi yok.
Eğer haberi olsaydı, en azından Türkiye Genel Kurmay Başkanı'nın Musul operasyonundan iki gün önce neden ABD'de bulunduğunu kendi kendine sorardı.
Hadi bunu soramadı, daha bir hafta önce İbadi megafonuyla,
kim tarafından ve neden sorun haline getirildiği üzerine beş dakika olsun düşünür; kendi ülkesinin Cumhurbaşkanı'na yöneltilen suçlamalara karşı onurlu bir tepki verirdi.
Bunu da akıl edemedi, sözüm ona özgürlük dağıtıcısı ABD'nin, İŞİD'den boşaltılacak Musul'daki Sünnileri, İran'ı temsil eden silahlı Şii güçlere kırdırma ihtimaline karşı bir düşünce geliştirirdi.
Hadi bunu da yapamadı, yarın Telafer'de ne olabileceği üzerine hükümler yürüterek, doğru tutum ve politika konusunda önerilerde bulunabilirdi.
Evet, Kılıçdaroğlu bildiğimiz Kılıçdaroğlu. Olumlu siyasi düşünüş ve davranışta bir adım ileri gidemeyen, ancak son örneğini 15 Temmuz ruhunda da gördüğümüz şekliyle, durduğu yerde sürekli olarak çark etmesiyle ünlenen Kılıçdaroğlu...
Onu kendi çark edişlerinden duyduğu zevkle baş başa bırakarak, biz asıl ABD'nin malum özgürleştiriciliğiyle, Musul için IŞİD'ten sonraki en büyük tehlike oluşuna bakalım.
İran'ın Şii milislerinin yanı sıra, Irak ordusunda da ciddi sayıda Şii var. Musul'da halen bir buçuk milyon sivil yaşıyor ki, bunların da %90'ı Sünni'dir. O Şiilerin, (ABD'nin planlı göz yumuşuyla) bir Sünni kıyımına kalkışmaları, mevcut politikaları ve ahlakları bakımından mümkün görülebilmektedir.
O halde buna karşı henüz vakit varken bir tedbir üretilmeli, şunca ağıttan sonra bir de Musul'a ağıt yakılmamalıdır.
*
Bugün saat 19:00'da,
'nde
adlı bir dizi sohbetin ilkini gerçekleştireceğiz. Kudüs sevdalıları için hayırlı ve bereketli olması dileğiyle...