|
Önce dil sonra dil

Anadilimizle ilişkimiz, bir mirasyedi ilişkisidir; sonradan kazandığımız, çalışarak elde ettiğimiz bir şey değildir ana-dil. Daha ana rahmindeyken duyarız kelimeleri, zihnimizde biriktiririz ve isimlendirme zorunluluğuyla telaffuz etme aşamasına gelince, dilimizden pıtır pıtır dökeriz kelimeleri.



Mirasyedi de böyle yapmaz mı neticede. Başkalarının kendisi için biriktirdiği malın zilyetlik hakkına kavuştuğu anda saçıp savurmaya başlamaz mı onları.



Dost uyarılarının, bir mirasyedinin savurganlığına karşı etkisi neyse, gündelik iletişim bakımından gramer de ana dilin sahibi açısından ancak o kadar etkilidir; meramı karşısındakine iletecek kadar bir

özne – yüklem dengesini

kurduktan sonra (ağzı olan konuşur hükmünce) gerisi saçıp savurmaktan ibarettir.



Sadece belagat ve edebiyat, bir ana dili gramer kuralları içine çekebilir, dahası giderek özel bir lügâtın, şahsi bir üslubun oluşmasını sağlayabilir.



Yine bunlar da mirasyedilik ve dil ilişkisini ortadan tamamen kaldırmazlar ve hatta ilgilinin (hatibin, yazarın) lügâtını, üslubunu belirleyen şeyler haline gelirler. Çünkü dildeki mirasyedilik, dem'inde tutulursa, ifade ediş ve mana verişteki samimiyeti gösteren hususular olarak ayrı bir değer de yüklenebilirler.



Örneğin, öykünün öz ve formunda tek başına büyük bir değişikliği gerçekleştiren

Sait Faik

'te bu böyledir. Dili,

sokak katından edebiyat katına

maharetle taşırken, hiç ummadığımız bir yerinde, onu gramer bakımından

çıt

diye kırıverir. Ama bu kırma (aslında bir dil yanlışı olduğu halde) o yazara bir dil yanlışı olarak döndürülmez, dil ve ifadesindeki samimiyetin göstergesi olarak döndürülür.



Samimiyet derken kastımın ne olduğunu da yine başka bir yazar üzerinden açıklayayım:



Bilge Karasu

, Türkçe'yi en (gramer açısından neredeyse kusursuz denebilecek kadar) iyi kullanan yazarlardandır. Ama metinlerinde, Sait Faik'te olduğu gibi bir dil mirasyedisinin samimiyetine asla rastlanılmaz.



Çünkü Türkçe Karasu'nun ana dili değildir; onu

sonradan öğrenmiştir

ve dolayısıyla Türkçe ile kurduğu ilişki

neyi neden bildiği de ayrıca bildirilmiş bir
sonradan bilme

ilişkisidir; diğer bir söyleyişle bu, zorunlu bir

gramatikal uygunluk
ilişkisidir

.



Bu bakımdan Karasu, Türkçe'yi matematik somutluğuyla kullanırken, dilin kendi samimiyetiyle birlikte, ancak onun üzerinden sergilenebilecek diğer (mesafesizliği, rolsüzlüğü, maskesizliği, tebessüm ettiren kırıklığı vb.) samimiyetleri de ıskalamış olur.

Matematik somutluğun

, aynı zamanda

dilsel soğukluğun

nedeni olduğu ise herkesin malumudur.



Elbette her yazar, yazarken gramere dikkat eder ancak, yazdığını asla bu maksatla okuyamaz. Çünkü, metni ona

yazı-lmış

gibi değil,

düşüncesinin sureti olarak görünür

. Bu nedenle tashih vb. detaylar onun için okuma esnasında öncelikli olmaktan çıkıp, tali bir hale gelir.



Belirttiğim nedenlerle, her yazarın, gramer kuralları dahil, onun

düşüncelerini layıkıyla sunabilmesinin önceliğiyle

çoğu zaman farkında olmadan ötelediği şeyleri görebilecek ikinci, hatta üçüncü bir göze ihtiyacı vardır ki, biz bunlara yayıncılık (basım / basın) dilinde

editörler

ve

musahhihler

diyoruz. Editörler düşünsel bütünlük açısından metne bakarken, musahhihler gramer ve üslup açısından bakarlar.



Bunların dışında, belirttiğim bağlamda yazarın yazışına / yazısına müdahil olabilecek gönüllü kişiler ise çok çok daha önemlidir. Çünkü onlar için bir metin,

yetkilendirilmeden müstağni olan bir müdahale hakkıyla

, kendilerinin tetkikine ve tashihine amade kılınmış bir metindir.



Deyim yerindeyse yazarın metnini

ortaya
koyup

,

artık

kendisini geriye çektiği yerde, gönüllü okur onda tasarruf hakkını kazanmış olur.



Ben kendi adıma, köşe yazılarım dahil (ki, gazete yazılarına her zaman bir

yetiştirme telaşının gölgesi
de düştüğünden

) kendi metinlerimde tashihleri göremem. Yukarı zikrettiğim bağlamda bu bir kusur sayılmasa bile kendi açımdan sabitlenmiş bir eksikliktir (hatta acizliktir).



İzmir'de mukim bir kıymetli okurum var ki, yazma kastıyla kalemi elime aldığımda, onun gözlerini yazımın üstünde görerek hem (hata yapmama gayretiyle) gerilir hem de muhtemel tashihlere (yazının yayımlanmasından sonra da olsa) onun el atacağı kanaatiyle rahatlık duyarım.



Adı

Tosun Köksal Özkan

olan okuruma teşekkür ederken, böyle dil zevki gelişmiş, edebî beğenisi yüksek, dikkatli bir okurumun olmasından sevinç ve güven duyduğumu özellikle belirtmek isterim.


#Anadil
#Yetkilendirme
#Editörler
7 yıl önce
Önce dil sonra dil
Borsa
Fikir fahişesi
Mal bildirimi hala can yakmaya devam ediyor
Bahtı kara Ankara
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…