|
Sanatla görünmek

Başka delil aramaya gerek yok, sanat eylemini tanımlayan kelimeler sanatın dişil karakterli olduğunu göstermeye yeterlidir: Semavi inanışa sahip olanlar ibda, materyalist olanlarsa yaratmak sözcüğüyle tanımlarlar söz konusu eylemi.

Doğurulandır sanat, üretilendir, yaratılandır. Bunun için tüm sanat eserlerinin özü aynı, amacı ve şekli farklıdır; sanat yapma süreci hamilelik, sanat eserini başkalarına sunmaksa bir bebeği doğurmak gibi değerlendirilir.

Hemen herkesin bildiği bu genel belirlemeler görmenin doğasına bitişiktir. Çünkü sanat, dişillik ve görünme kelimeleri üçüz bir kelimedir. Hele bu üçüzü, John Berger''in, reklam mantığından hareketle, erkeğin gören kadının görünen olduğuna ilişkin o meşhur sözüyle birlikte düşündüğümüzde ilginç bir boyut daha ortaya çıkmaktadır.

Sanatçının, ister kendi dünya görüşünü parlatmak, ister benimsediği ideolojiyi seçkinleştirmek, isterse zevke, ahlaka, bilgiye, insanlık birikime katkıda bulunmak amacıyla sanat yapmasının dip düşüncesinde görünme arzusu yatmaktadır. Bu nedenle icra edildiği ilk günden bugüne kadar sanata mahsus bir ahlakla görünmenin biçimi de kendiliğinden üretilegelmiş; elbette kültürlere, zamana ve mekana göre farklılıklar içeren ancak, insan kimliğine bitişik olmakla evrensel bir değere dönüşen sanat, görünmenin doğasını da kendisine mahsus bir vasatta biçimlendirmiştir. Örneğin, Attar''ın kendi değerini bir çuval samanla eşitleyen mütevazılığı, Geothe''nin terziye kötü şiir yazmak yerine terziliğini iyi yapmasını önermesi, Gide''nin çok okunan iyi bir yazar adına endişe duyması bu vasata ilişkin örnekler olarak benimsenegelmiştir. Sanatçının sadece eseriyle var olması, onu doğurduktan sonra ondan uzaklaşması, eseninin anlaşılmasını zamana havale etmesi, şahsiyetine sahip çıkması ve ondan ne tür bir ün için olursa olsun asla taviz vermemesi gibi hususlar da yine söz konusu vasata dahil edilmiştir.

Ancak, John Berger''i yukarıda zikrettiğim sözü söylemeye mecbur bırakan, pazar ve onun en önemli dinamiklerinden biri olan reklam olgusu sanatta, görünmenin doğasını kirletmiş, söz konusu vasatın sınırlarını da silikleştirmiştir.

Mevcut örnekler önümüzde yığılı dururken, bu kirliliği, sınırların ihlalini öyle büyük olaylarla ve laflarla izah etmek gereksizdir. Son on yıldır, neredeyse edebiyat dergiciliğini gereksiz bir çabaya dönüştüren gazete kitap ekleri, yeni kitaplardan bu eklerde söz edilmesinin eleştiri sayılmaya başlanması, "yazdım ama kimse görmüyor" diyenlerin bu eklerde görünememeyi, "eserimin bilgisi herkese ulaştı" diyenin de yine bu eklerde yer almayı kastedişi herkesçe bilinmektedir.

Yine, çoğunluğu eğitim ve ekmek için taşradan kopup gelmiş, yetenekleri ya da tutkuları nedeniyle sanat yapmaya başlamış onlarca sanatçının, onca eserle şunca zamandır hâlâ görünmeyi ummaları, öte yandan bankalar batırmış bir iş adamının, bilmem hangi kurumun CEO''sunun kıytırık bir kitapla, yumurtlarken ortalığı velveleye veren tavuklar misali medyanın tümünde büyük bir tantanayla bir günde büyük yazar oluverdikleri de herkesçe bilinmektedir.

Bu örnekler göstermektedir ki sanatta görünmenin doğası kirletilmekle kalınmamış, onun söz konusu vasatı da kelimenin tam söylenişiyle iğfal edilmiştir.

Üçüz demiştim: sanat, dişillik ve görünme!

Reklamın, kadını bir seks objesine dönüştürdüğüne ilişkin bayatlamış yargıyı istemeyerek de olsa tekrarlamak zorundayım; tıpkı bunun gibi, kadınıyla, erkeğiyle icra edilen sanatın dişilliği de pazarın mevcut işleyişinde, dertleri sanattan beslenmek olan leş kargaları için bulunmaz bir imkan oluşturmuştur.

Şöyle ki, görünme tutkusu, dişil bir eylemle bitişmekle, sanat ve sanatçının romantik bir ojbjeye dönüştürülmesi kolaylaştığı gibi, tanıtım diline de dişil unsurlar yüklenerek, feminen nayiflik hedefini bulan bir ok gibi kullanılmaya başlanmıştır. Artık, eser yürek parçalayandır, aşk acılarını gözyaşı kılıp mendillere akıtandır, okur ciğeri dağlanan ve sanatçıyla dağlanma dostluğunda buluştuğunu sanarak avunandır… Güya sanatcı da mutfak tutsaklığına başkaldıran, iş başarısını sanatta da gösterebilen, mahremiyetleri pazar tezgahına taşıyandır...

Modernizm önce kutsal kitaplarla, sonra o kitaplardan beslenen kültürlerle, sonra da o kültürlerin kurumlarıyla savaşarak başardı söz konusu kirliliği. Tristan Tzara bu duruma mezarından kalkıp baksa hayretten dili tutulacaktır; şimdimiz işte böyle bir şimdidir. Sanatın dişilliği bir nimetken, istiskal vasıtasına; dişillik doğal bir hal iken pazar nesnesine, sanat midillisine binerek görünür olmak isteyenler de pazar zennesine dönüştürülmüştür.

Kimler hangi inanç, anlayış ve niyetle bu tarz bir görünmeyi makul sayabilirler ve bu çarka dahil olabilirler ki?

Kimler?

15 yıl önce
Sanatla görünmek
“Kâinat İmamı!” nereden koşuyor?
Ucuz atın yahnisi
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar