|
Sanattan siyasete Madrid
İki gündür Madrid'teyim.

Mimari akımların hemen hepsinden etkilenmiş olması nedeniyle “bin bir yüzlü şehir” olarak anılan Madrid'te, güya kimi yapıların gölgelerinden yürüyerek, mekan estetiğine dair yeni notlar almaya, fotoğraflar çekmeye geldim.

Madrid de, başkentlere mahsus o asık suratlılıktan, kamu binalarına mahsus o soğuk ve kibirli hantallıktan yeterince nasibini almış.

Buna rağmen bakışlara, bir iki adımlık hareketle bile değişiveren perspektiflerle estetize edilmiş ilginç açılar kazandırması sayesinde emsallerinden büyük oranda farklılaşabilmiş Madrid.

Real Madrid ile Atletico Madrid takımlarının sezon açılışlarını yaptıkları Neptün ve Sibeles çeşmeleri başta olmak üzere onlarca çeşmenin, çatılar dahil uygun görülen her yüzeye, her yüksekliğe dikiliverilmiş binlerce heykelin yer aldığı bu şehirde “gözün vicdanı”nı gözeten değil, bilakis gözü ayartan bir form ve renk zenginliği içinde kayboluvermek her an mümkün.

Sadece mekan kurgusundaki zenginlik, çeşitlilik değil elbette Madrid'i Madrid yapan. Endülüs Emevileri'nin bir “serhat şehri” olarak inşa ettikleri ilk günden bugüne yüzlerce düşünüre, sanatçıya ev olması, meskenlik oluşturmasıyla da ünlü.

Evet başlıca bunları ve daha fazlasını görmek, notlamak, fotoğraflamak için geldim Madrid'e ama siyaset burada da yakamı bırakmadı.

Yakın zamanda maruz kaldığı terörü henüz unutamadığından, Paris'te meydana gelen son olayı da kendisinde olmuş gibi sahiplenivermiş Madrid.

Televizyon kanalları, son Paris olayını yorumlamak adına, cihad ve cihadist kavramları çevresinde İslamofobya üreten yorumcularla dolup taşıyor. Çarşaflı kadınların, yüzleri kavruk adamların her biri terörist damgasıyla ekranlara taşınıyor.

İspanya, 1492 yılından itibaren milyonlarca Müslümanı öldürmeyi, sürgün etmeyi, Katolikleştirmeyi başarmış(!) bir ülke olarak, yeni terör olaylarıyla ilgili görüş belirtme, tedbir üretme konusunda da adeta kendisini yetkili görüyor.

Dolayısıyla ilgili kararların alınma ve uygulanma yeri olarak Madrid, acının tarihinden yeni korunma mekanizmaları üreten bir merkez olarak öne çıkıyor.

Sadece Müslümanlara acı veren değil, 40'lı yıllarda kendisi de acıya bizzat maruz kalmış olan ve hala kendi içindeki ayrılıkçı grupları barıştan ve birlikte yaşamaktan yana ikna etmeye çalışan bu merkez, acının tahrip ettiği bir bakış açısının tutsağı olarak on altıncı asırda nerede duruyorsa sanki bugün de oradaymış gibi duruyor.

Bu sorunlu bakış açısına rağmen yine de İspanya'yı ve elbette Madrid'i, örneğin bir Fransa'dan, Paris'ten, Almanya'dan ve Berlin'den ayrı tutmak gerekiyor.

Çünkü dün Cezayir'i işgal eden, bugün Libya'yı parçalayan Fransa ile yenilgiye uğradığı iki dünya savaşının verdiği tecrübeyle geri planda duruyormuş gibi yaparak nifakıyla yer tutmaya çalışan Almanya'ya göre İspanya, uluslararası planda daha iddiasız ve daha içe dönük politikalarıyla biliniyor.

Hatta terörle depreşen korkuları olmasa bu belde zaten aşinası olduğu İslam'la daha da barışık olabilecekmiş gibi bir intiba da veriyor.

Nitekim, Paris olayına rağmen turistlere iyilikle muamele etmede kararlı bir tutum sergiliyor. Olayın hemen sonrasında sınırlarını kapatan, basını susturan, olağanüstü hal ilan ederek insanları evlerinde oturmaya zorlayan Fransa'nın aksine İspanya, televizyonlarlarındaki aşırı yorumların aksine kendisini dışarıya kapatmadı.

Dolayısıyla siyaseti geri plana iterek Madrid'i temaşa etmek mümkün.

Ama terörün gölgesinin yoğun biçimde düştüğü bu şehirde, acıların neden olduğu şartlanmış bakış açısı, saf bakış açıları oluşturarak gezebilme çabasını da olumsuz etkiliyor.
#madrid
#ispanya
#cezayir
#sanat
#siyaset
8 yıl önce
Sanattan siyasete Madrid
SGK’nın faaliyet raporu acı gerçekleri ortaya çıkardı
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?