|
Sekülerlik kimin meselesi?

İslam inanç ve dünyası üzerine araştırma, inceleme yapan Batılıların (oryantalistlerin) temel eğilimi, güya nesnel bir tutumla (bilimsel) araştırma yapıyor olma görüntüsü içinde Din''e (baskın anlayış olarak Ehl-i sünnet''e) karşı yine Din''in içinden itiraz, isyan, inkar makamında bir damar yakalama, onu derinleştirme, seçkinleştirme, özelleştirme ve bu sayede ümmet içinde bir fitneye yol açmayı içerir.

Bu manada İslami heterodoksinin her çeşidi onlar için bal alınabilecek bir çiçek hükmünde olduğu gibi özellikle Tarikat-ı Muhammediyye''nin dışında kalan tarikatlar, mezhepler ve felsefi eğilimler en önemli ilgi alanlarını oluşturur. Salt bu nedenle İsmaililik, Alevilik, Hallac, Sühreverdi (İşrakilik), İhvan-ı Safa, İbn Arabi (Vahdet-i Vücudçuluk), Mevlana (Mevlevilik), Hacı Bektaş Veli (Bektaşilik), Şeyh Bedreddin vb. üzerinde özellikle dururlar.

Batılılaşma hareketine karşı bir tepki olarak nitelenen Siyasal İslam''ın (İslamcılığın) doğuşuyla birlikte söz konusu fitne çıkarma çabasına bir de sekülerliğin şiddetle tavsiyesi eklenmiş ve giderek bu husus neredeyse İslami heterodoksinin de tek amacıymış ve Ehl-i Sünnet''in kör(leşme) noktasıymış gibi dayatılmaya çalışılmıştır.

Bu konuda sadece Bernard Lewis''in ve Dan Diner''in “siyaset” merkezli çalışmalarını hatırlatmam ve Diner''in şu cümlelerinde yansıyan şiddetli arzusunu örnek olarak vermem yeterlidir: “Sekülerleşmenin farklı alanların –mahrem, özel ve kamusal alanların- ayrışma anlamına geldiğinden, onun devlet ve toplumdaki, siyaset ve ekonomideki düzenleyici, kurumsallaştırıcı etkisinden de söz edilmemektedir. Gerçi inanç olarak din önemli ve küçümsenmemesi gereken bir rol oynar –özellikle de hem vahye dayanan hem de yasa koyucu bir din olarak İslam, bütün yaşam alanlarını düzenleme iddasında olduğu için. Ama sekülerleşme bundan daha öteye gider: kişinin içinde yer etmiş olan ya da dışarıda kurumlar aracılığıyla düzenlenen şeyin hiçbir zaman sona ermeyen yorumlama, müzakere ve değişim süreci anlamına gelir. Sekülerleşme aynı zamanda insanın karşısına yabancı ve anlaşılmamış olarak dikilen yaşam dünyalarının bilişsel ve entelektüel yoldan kavranması demektir. Bu bağlamda, Arap ülkelerindeki gelişim noksanlığı bir sekülerleşme noksanlığı olarak da anlaşılmalıdır” (Mühürlenmiş Zaman – İslam Dünyasındaki Durgunluk Üzerine, Çeviren: Sabir Yücesoy, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011).

İslamcılık''la ilgili süren tartışmada karşıt görüşte olanların Lewis ve Diner''le mantık ve söylem uyumu içinde olduklarını gözlemlemek hiç de zor değildir. AK Parti''nin İslamcı tezleri ve idealizmi massetmesine yönelik gündelik tartışmayı geçici olarak parantez içine alıp, konuyu ilkin sekülerleşme planında değerlendirdiğimizde söz konusu kişilerin aslında sekülerleşme başarısını sevinç içinde vurguladıklarını görürüz: Bunlara göre İslamcılar''ın yüz yıldır sürdürdükleri siyasal varoluş çabası sistemin kendi içinden doğrudan ve dolaylı (kültürel) olarak ürettiği etkin seküler çözümlerle sona ermiş, dolayısıyla İslamcılar da sisteme eklemlenmek ya da küsmek suretiyle kendi tez ve ideallerinden uzaklaşmışlardır.

Bunların mezkur niyete bağlı olarak inatla bilmek istemedikleri husus şudur: İslam / Müslüman adının dışındaki her niteleme zaittir. Hemen her devirde şu ya da bu vasfıyla Müslümanların meselelerini çözümlemeyi üstlenen, onlara kanaat önderliği yapan birileri olmuş, halk da onları İslam''la / Müslümanlarla aiddiyyetlerini pekiştirecek şekilde belli bir isimle anmıştır. Gayretleri İslam''ı içkin, İslam için ve İslam''ın içinde gerçekleştiğinden onlar görevlerini yapıp gitmiş, İslam / Müslümanlarsa aynı hal üzere yollarına devam etmiştir. Bu manada dün olduğu gibi bugün de İslamcılık vardır ve onu doğuran şartlar ortadan kalktığında o da bitecektir. Ancak onun yerini mutlaka başka bir ad taşıyan bir eğilim, tutum, çaba alacak, dolayısıyla Müslümanların meseleleri de hiçbir zaman ortada kalmayacaktır.

Çünkü İslamcılık bir seçkincilik hareketi, Müslümanlara rağmen bir kalkışma eylemi değildir. Müslüman-İslamcı arasındaki ilişki es-Sülemi''nin Yahya ibn Muaz''dan naklettiği şu söz üzerinden kurulabilir: “Allah''ın buyruğunu tutanı Allah halka sevdirir. Bu onlara karşı muhalif davransa da. Allah''ın emrini tutmayana gelince: Allah, halkı bundan soğutur, bu onlara ülfet etse de” (Sülemi''nin Risaleleri, Çeviren: Süleyman Ateş, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1981).

Bu durumda İslamcılığın ölmesi bir fitne vesilesi olarak ele alınamayacağı gibi sekülarizmin zaferi olarak da asla ele alınamaz.

Çünkü AK Parti ile ilgili yukarıdaki parantezimizi de kaldırarak söylersek: Allah''ın halka kimi sevdirdiği apaçık ortadadır.

12 yıl önce
Sekülerlik kimin meselesi?
Kara dinlilerle milletin savaşı
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak