|
Sufilikle mesafesiz olmak
Bu başlıktan kastım, “Sufilikle mesafeli olmak” konusunda ilk söylediklerimle uyumlu olarak, mesafe anlamında bir yakınlığı ifade etmekten çok, onunla kurulacak düşünsel ilişkinin bir düzeyini belirtmektir.

Sufiliğin şeri açıdan asıl değil, fer'i olduğunu zikretmiştim. Ancak fer'i olmak asl'ın dışında olmak değil, bilakis ona dahil olmakla hüviyet kazanmaktır.

Bu manada sufilik, şeri akide ve amel tarzına bağlı olarak, her iki hususta da özel bir tutumla incelmenin (rakikliğin) karşılığı ve dolayısıyla nefis terbiyesi, yakîn bilgi, zevk ilmi vb. kimi hassas kazanımlara mahsus bir yönelimdir.

Aynı nedenle tanım ya da tarif olarak “sufilik” denildiğinde, onun İslam ile iç bağı kendiliğinden kurulabildiği için, ayrıca İslam sufiliği demek, haşive düşmek olarak değerlendirilir.

Bir zühd hareketi olarak doğan sufiliğin, fetihler yoluyla kuşatılan kültürler ve erişilen sınırlardaki mistik anlayışlarla temasından kaynaklanan
enfeksiyonel
problemler,
Cüneyd Bağdadi
(ö. 911),
Ebû Hâmid el-Gazzâlî
(ö. 1111) ve
Muhyiddin ibn Arabi
(ö. 1240) tarafından şeriat içinde kurumlaştırılırken, Hind'ten Yunan'a kadar devrini tamamlamış ya da o gün için halen tedavülde bulunan nazariyatın büyük oranda içe çekilmesiyle mahiyetinde meydana gelmiş olabilecek değişmeler dün olduğu gibi, bugün ve yarın da

üzerinde konuşulmaya, derin incelemerin konusu olmaya, yorumlanmaya devam edecektir.

Bu durum, düşünsel bir hareketliliğin gereği olarak görülebileceği gibi, antikte (Asr-ı Saadet) ile yeni zamandaki anlayış(lar) eşliğinde sürekli bir tashihin (hatta tecdidin) nedeni olarak da görülebilir.

Bu köşenin sıkletiyle uyumlu olarak bizim söyleyebileceğimiz şey, kimi pratik gerekliliklerden, “dini olumsuz düşüncelerden arındırmak” gibi içi son derece boş mülahazalardan hareketle, asırların birikimi olan sufiliği kimsenin tasfiye etmeye yeltenemeyeceğidir.

Elbette, son zamanlarda sufilik ve selefilik tanımları altında belli bir kasıtla abartılan kimi olumsuzluklara karşı, Müslümanı mahkum etmenin İslam'ı mahkum etmek olacağından habersiz kimi kişilerin ürettikleri, “sorun İslam'da değildir, Müslümanlardadır” sözünü, “sorun sufilikte değildir, sufilerdedir” şeklinde söyleme kolaylığına ve gafletine düşecek değiliz.

Öte yandan, el-Gazzâlî'den itibaren maruf Kelamcıların ve Cüneyd'ten itibaren maruf sufilerin, Kur'an ve sünnete dayalı görüşlerini, mevcut Batı düşüncesiyle karşılaştırarak, aynılık ya da benzerlik iddiası üzerinden, bir Molla Kasım edasıyla tenzilata tabi tutmak isteyenlere de itibar edecek değiliz.

Bu manada, sufiliği gündelik bir televizyon şovuna çevirmeye kalkışan cübbeli meczuplara ve kendi kendilerini “dini arındırmak”la vazifelendirmiş cübbesiz zaptiyelere karşı eşit bir uzaklıkta olmak durumundayız.

Bunu sağlayabildiğimiz takdirde, ikinci olarak meselenin a)Şeriatla, b)Zaman ve mekanla kayıtlı toplumsal değişmelerle, c)İktidarlarla ilişkili olarak önemli problemleri yüklendiğini gözardı etmeksizin, dindar fertler olarak bizi doğrudan ilgilendiren yanlarını önceleyip, kendimizden başlayarak topluma uzanan hatta sahih bir tecdide bağlanmasına çaba gösterebiliriz.

Madem sufilik bidayetinden beri zevkî keşfe ilişkin süreçlerin yaşanması olarak tanımlanıyor ve madem biz bunsuz kendimizi (kemale erme yönünde) eksik hissediyoruz, o halde tıpkı başlangıcında olduğu gibi, onun asıl kendi irademizle (müritliğimizle) yaptığımız özgür bir seçimin konusu olması gerekiyor.

Diğer bir söyleyişle sufiliğin, zevkî keşfi öğretecek zat ve onu öğrenmeye talip olan kişiyle sınırlı olması zorunlu hale geliyor. Çünkü talip olunan şey, modern şekliyle bir grup terapisi değil, nefs terbiyesidir ve hiçbir nefis bir diğerine benzemez.

Dolayısıyla fert olarak sufilikle mesafeli olmakla, mesafesiz olmak bu yolla
edilgenlikte
eşitleneceğinden, şu örnekte olduğu gibi aralarında bir fark kalmayacak, bir karşıtlık problemi de doğmayacaktır:

Hasan Basrî, Râbia'ya
'Benimle evlenir misin?' diye sorunca, Râbia ona şöyle cevap verdi: 'Evlilik seçme hürriyeti olanlar için gereklidir. Bana gelince benim kendim için bir şey seçme hürriyetim yok. Ben Rabb'imin hizmetindeyim ve onun emrinin gölgesindeyim; benim şahsımın bir kıymeti yok. Hasan Basrî, 'Bu dereceye nasıl ulaştın?' diye sorunca, Râbia'nın 'Küllî fenâ ile' cevabı üzerine, ona 'Sen bunu nereden biliyorsun? Bizde bu yok' demiştir.

Küllî fenâ'dan kastedilen, Karma Teorisi'dir ve ancak telaffuz edildiği tarihten yaklaşık yüz elli yıl sonra, sufilikte
Fenâ-Bekâ Teorisi
olarak, İslami zihniyete uygun bir içerikle yer alacaktır.

Burada her iki zat da sufiliği ferdiyet düzeyinde yaşadıklarından, yakîn bilgi ve zevkî idrakleri de bu düzeyde tahakkuk etmekte ve sufilik karşılıklı bilgilenmelerine vesile olmaktan öte bir özellik de (henüz) taşımamaktadır.

Şimdi bu yol izlendiğinde, sufilik kendisi bir mesele olmak yerine, ferdiyetin bir meselesi olarak, doğuş şatlarına tekrar rücu edebilecektir.

Değilse, seyreyleyin kibirleri dokuz kat artmış şeyhlerin, ilahiyatçıların ve felsefecilerin ekranlardaki toslaşmalarını...

twitter.com/OmerLekesiz
#sufilik
#Hasan Basrî
#Râbia
9 yıl önce
Sufilikle mesafesiz olmak
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi