|
Trienale davet
Taksim Maksem Cumhuriyet Sanat Galerisi'nde 3 Eylül'de başlayan
3. Uluslararası İstanbul Trienali
, 25 Eylül Pazar günü bitiyor.


Seyahat, bayram, bu yıl yakamdan hiç düşmeyen grip… derken benim de gitmekte geç kaldığım trienali sanat severlere vurguyla hatırlatmak istiyorum.



Küratörlüğünü Ressam

Hülya Yazıcı'

nın, koordinatörlüğünü

Fatma Yıldız

ile

Adnan el Ahmed

'in, proje sorumluluğunu ise sanat nazariyatı konusundaki çalışmalarından da tanıdğımız

Ayşe Taşkent

'in yaptığı trienal, öncelikle malum kültürel hegemonyaya dahil olmamalarına ragmen, yerli bir duruş içinde evrensel sanatla köprü kuran sanatçıların niyet ve azimlerinin ifadesi olması bakımından önemlidir.



Öte yandan üçüncüsü gerçekleşen bu trienalde '

Yurtsuzlaşma

' temasının seçilmiş olması, mültecileri sınırlarının ötesinde tutabilmek için ölüm timleri oluşturmaya başlayan Batı'nın çirkin yüzüne, merhametsizliğine, sanat yoluyla yapılan bir itiraz olması bakımından da önemlidir.



Yerli ve yabancı kırk sanatçının eserleriyle katıldığı trienal üzerine bir yazım daha olacak. Şimdi, sanatseverleri trienale gitmeye neden teşvik ettiğimi, çalışmalarını yakından izlediğim

Engin Beyaz

'ın orada yer alan

Kapılar ve Gölgeler

adlı eseri üzerinden iletmek istiyorum:



Engin Beyaz, kadim bilginin bir türü olan mitolojiye ve simgeciliğe mevcut çalışmalarının tamamında merkezi bir işlev yükleyerek sanatını adeta geçmişin

gizemli

bilgisiyle modern hayatın bu bilgiyle kurduğu

ikircikli

(mütereddit) ilişkinin içinden oluşturmaktadır.



Bu ilişki gizemlidir. Çünkü onun mitlerle ve simgelerle kurduğu özel bağ kendisi tarafından da söz'e dökülemeyeceği ancak sanatıyla anlatabileceği bir derinliğe sahiptir.



Bu ilişki ikirciklidir. Çünkü gündelik gerçekliğin somutluğundan başka hakikat tanımayan modernizmi, bu hakikati reddetmeksizin ancak onun hakikatini kuran hakikati de gözeterek insanilik (insan oluş) planında sorgulamayı esas almaktadır.



Beyaz'ın Kapılar ve Gölgeler adlı eseri bu vargılarımın adeta somut bir karşılığı gibidir:



Kapı, koskoca bir 'yarı açık' kozmosudur, der

Gaston Bachelard

ve “En azından temel bir imgedir. İstekleri, iç dürtüleri, varlığı en gizli yerine varıncaya kadar açma dürtüsünü, içine kapalı tüm varlıkları açma isteğini bir araya toplayan bir düşün kökenidir. Kapı, güçlü iki olasılığı şemalaştırır ve bu iki olasılık, iki ayrı düş kurma türünü netlikle sınıflandırır. Kimi zaman düş, sıkı sıkı kapalı, kilitlenmiş, üstüne asma kilit vurulmuş özelliktedir. Kimi zaman da açıktır, yani ardına kadar açıktır” diyerek, “(K)apılar neye, kime açılır? İnsanların dünyasına mı, yoksa yalnızlık dünyasına mı açılır?” sorularıyla bitirir kapıya ilişkin belirlemelerini.



Bu vb. anahtar kavramlar, Engin Beyaz'ın sanatındaki temalar değildir, bilakis o temaları oluşturan sanatçı bilincinin menzilleridir.



İnilecek yer, durak olması nedeniyle menzil, ilham'ın da mekanıdır ki, bu mekandan soyutlanan kadim ve güncel bilgi Engin Beyaz'ın temalarını ve dolayısıyla eserlerini somutlaştırdığı düşünsel alanı oluşturur.



René Magritte

, sanatı nasıl perdeler/ örtüler üzerinden kuşatırsa Engin Beyaz da (genç bir ressam olmasına rağmen tutarlı bir kararlılıkla) sanatı kapılar üzerinden kuşatmaya çalışır.



Öyle ki, o

kapılar fiziksel varoluşlarının beraberinde, yokluklarıyla bile varlıklarını açık hale getirirler.

Ancak buradaki açık-lık'lığı Agamben'deki anlamından çok,

tasavvufi berzah
(ara-lık)

olarak anlamak ve yorumlamak gerekir.



Peki nedir kapının yaşamsal hükmü?



Doğumumuzdan ölümümüze hayatla kurduğumuz ilişki aslında bir kapı ilişkisidir.


Doğarız kapılar açılır önümüzde, ölürüz kapanır kapılar geriye;

iki kapı arasında geçen ömrümüz, yüzümüze açılıp kapanan kapıların bir toplamıdır neticede

; her kapı hayat serüvenimizden bir öykü, her kapı gönül dünyamızdan bir şiir değeri kazanır böylece.



Kilitleriyle gizlerini katmerlendirir kapılar, eşiği yansılar, anahtarı kutsar. Kapının dışa ve içe kilitlenerek kapatılışından ukdeler doğar…



Giderek zıll-i hayal'e bağlanır bu kapılar ya da kapısızlık. Engin Beyaz'ın asetatla figürleştirdiği insanlar hayatın tam ortasında yer alışlarıyla onca gerçekliklerine rağmen aynı zamanda hayal perdesine yansıtılmış gölge kahramanlara benzerler. Hayal/gölge perdesindeki konum(suzluk), aynadaki yansımanın ömrü,

sihirbazlık dilindeki abra-ka-dabra/ var ve yok'tan ibaret olan gerçekleştirilmiş bir gerçekliğin
adı olarak

Engin Beyaz'ın sanatında bir belirir ve bir kaybolur gider, eş-zamanlı ve sürekli bir tekrarın tekrarıyla.



Tam da bu nedenle Engin Beyaz, “Her görme bilmektir, her bilme görmek değildir” hükmünü an-be-an hatırlatan bir sanatçı olarak

gölge'yle yokluğun, suret'le varlığın tam ara'sında durmaktadır.


Böylece, iddia ediyorum ki, trienalde bu minval üzere ancak seyrederek okuyacağınız, okudukça sanatsal tefekkürünüzü kanatlandıracağınız onlarca eser bulunmaktadır.



O halde süresinin bitmesine az bir zaman kalan trienale sizleri davet ediyorum.



Bakarsınız rastlaşıp, birlikte gezeriz.



Neden olmasın?


#Taksim Maksem
#Trienale
#Gaston Bachelard
8 yıl önce
Trienale davet
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’