|
Bir azarla ölümü düşünen çocuklar kadar yalnız

Bugün şöyle ferah inşirah bir bayram yazısı yazmak isterdi gönül. Ama olmuyor; her insan uyanınca çocuktur ama, zamanın ve mekanın gerçekliğine çarptığında uyanıyor. Uyanmış olduğunu farkettiğinde kırılıyor işte, seni herkesle eşitleyen o nahif şey.

Bayram dendiği anda aklıma düşen o şen şakrak, güleç şarkının dönüştüğü gibi dönüşüyor hayat: “Bugün bayram erken kalkın çocuklar, giyinin en güzel giysileri; elinizde taze kır çiçekleri üzmeyin sakın annenizi”nin neşeli tınısı gidiyor; “okul yasak, evde kalın çocuklar, takmayın başörtüleri, elinizde çirkin berbat peruklar, üzmeyin sakın devletinizi” alıyor sazı eline..

Bayramın hemen sonrası yasaklardan mürekkep yeni eğitim öğretim yılının başlayacağını, bunca patırtı gürültüden sonra özgürlük namına elimize kalanın yine “sıfıra sıfır elde var sıfır” olduğunu bilmek hakikaten can sıkıyor. Üstelik yılbeyıl daralmıyor daire, yeni alanlar, yeni isimler, yeni kurumlar eklenerek büyüyor. Bu ülkede, en belirgin “ayıracı” özgürlük perspektifi ve demokrasi anlayışı olan bir okul bile; öğrencilerle oturup, şapka, fular, kapüşon ya da farklı kombinasyonlar pazarlığı yapabilecek dereceye düşebiliyor, öğrencilerden imza istemeye gönül indirebiliyor.

Gerçi başörtüsünü yasaklayan Rektör Kadri Özçaldıran, kamuoyu tarafından Boğaziçi Üniversitesi''nin özgürlükçü geleneğinin kendisine hatırlatılması ve oldukça ağır çeken bu tarihin manevi baskısı altında yasakçılıkta direngen ve sabit kalamadı, havlu attı.

Ama, soldan sağdan, açık örtülü, kızlı erkekli öğrencilerin okul kapısında bir araya gelip, birikip ve sonra hurra hep birlikte içeri girmesini, Boğaziçi''nin, memleketin ve hatta dünya özgürlüğünün yüzüne atılmış bir ayıp çentiği olarak değerlendirmediği, öğrencilerin bunu yapmaya zorlanmasını acıklı bulmadığı da kesindi.

Hem zaten, kendisine duyulan alerjinin dozajı yüzde 47 oy almış iktidar partisini kapatılmanın eşiğine getirebilecek derecede yüksekse, o kaşıntı bağışıklık derecesi en yüksek okul olan Boğaziçi''ne bile sızabildiyse; daha uzun uzun yollarımız var demekti.

Doğrusu bu süreçte başörtüsü konusuna makul yaklaşan, akil çözüm önerileri getirenler de yok değil. Radikal yazarı Türker Alkan, Tesettür, Politika, Moda başlıklı (14.09.2008) makalesinde; “Türkiye''de kadın giyimini ideolojik bir simgeye dönüştürmek için çok çalıştık ve ortamı gerdik. Kadınların tesettür modası içinde bireysel tercihlerini özgürce sergilemesi belki o gerilimin azaltılmasına katkıda bulunacaktır” şeklinde gayet kavrayışlı bir teklif sunuyordu sözgelimi.

Ancak; Boğaziçi''ndekiler kadar bile şanslı olamayan ve bir avuçluk mevcutlarıyla okul kapılarında hem sistem, hem de dava yoldaşı sandıkları erkekler tarafından yalnız bırakıldıkları için tek başına kalan İstanbul, Marmara vesair üniversitelerin kız öğrencilerine; bugün de “tesettüre uygun giyinmiyorsunuz, davayı yıpratıyorsunuz” diye eleştiri getirip, mail gruplarında Müslüman kadının nasıl görünmesi ve davranması gerektiği konusunda fikir ve kanaat yarıştıranlar da, o kızları okul kapılarında yalnız bırakanlarla aynı kişiler. Tutmaz yani, “moda” aşırı muhafazakarı celallendiriyor.

Derslere girebilmek talebiyle oturma eylemi yapan kızlara “kalbimiz sizinle ama biz devam etmek zorundayız” diyenlerin, bugün başörtülü kadınların zıvanadan çıktığını, dünyevi olan her şeye karşı eğilim içinde bulunduğu ve aşırılıklar üzere olduğunu savlayanlar, bu yolla zaaflarını başörtülü kadınlar üzerinden temize çekiyor, bu yolla Batılı modern kalıplara verdikleri binlerce tavize “kadın” konusunu eklemeyeceklerini taahhüt ediyor olabilirler.

Ancak katı laikçiler de, farklı gerekçelerle aynı şeyleri söylüyor.

Giderek başörtülü kadınların artık, kadınsı heva ve heveslerinin esiri olduğunu, kadını sınırlaması, kayıtlaması ve itidal üzere tutması beklenen örtünün işlevsizleştiğini, dolayısıyla artık çıkarılması gerektiğini söyleyenlerle aynı noktaya varıyor, aşırı muhafazakar cephe de; “Sizi bağlaması, dünyevi arzularınıza set olması, günahtan menetmesi beklenen örtüye sadakatsizlik bu… Böyle yapacaksanız, çıkarın o başörtüsünü…”

Başörtüsü uzun süre bir siyasi partinin mensuplarının milli görüş gömleğini çıkardığına delil olarak “yalnız bırakılmış” bir konuydu; bugün “neredeyse koskoca iktidar partisinin kapatılmasına vesile olmakla” yalnız. “O koca koca bürokratların, siyasilerin eşleri evde oturup kocalarının başarılarını izliyor ve yemek pişiriyor da, size ne oluyor, oturun evinizde..” algısı da sanıldığının aksine tarihin tozları arasında yerini almış filan da değil. Bugün mail gruplarında, internet sitelerinde, bloglarda “sokaktaki başörtülüler” başlığı açıp, hergün ama hergün “özeleştiri” adı altında örtülü kadına saydırma gibi bir alan geliştiren ve genişletenleri ise “aramızdan geçerek derse girenler” oldukların bildiğimize göre… Kim kaldı elimizde?

İş Boğaziçililere kalıyor herhalde. Üniversiteli dindar oğlanların yapmadığını yapıp, “neme lazım” demeyip, yasağın karşısında duran ve Boğaziçi yönetimini üç günde dize getiren sol, sağ, açık, kapalı, her görüşten Boğaziçiliye…

Bayramınızı tebrik ederim.

16 yıl önce
Bir azarla ölümü düşünen çocuklar kadar yalnız
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’