|
Bırakalım dağınık kalsın

Haberi biliyorsunuz, Avrupa Parlamentosu (AP), Türkiye'nin Avrupa Birliği ile sürdürdüğü müzakerelerin geçici süreliğine dondurulmasına yönelik tasarıyı kabul etti. Bu kararın hukuki bir yaptırımı yok elbette, ama bir mesaj içerdiği ve siyasi bir yönü olduğu kesin.



Bu karar, bana kalırsa AB'nin Türkiye'ye her fırsatta sallamayı alışkanlık haline getirmiş olduğu “akıllı ol” parmaklarından sadece sonuncusuydu. Uzun bir süredir AB'ye girme umudunu kaybetmiş, kapıda bekletilmekten çok sıkılmış ve yönünü Doğu'ya çevirmiş olan Türkiye'ye, “O'na gideceksen, beni unutabilirsin” uyarısıydı.



Bu noktaya nasıl gelindiği, Avrupa Birliği'nin Gezi'den itibaren Türkiye'ye karşı takındığı ve hiç de dostça sayılamayacak yaklaşımları şimdiye dek defalarca anlatıldı. AB'nin, Türkiye'nin meşru yönetimine karşı olan her yapıyı, oluşumu, bireyi istisnasız desteklediği tek tek örneklendirildi. Dün Yeni Şafak'ta Aydın Ünal'ın (24/11/2016) hatırlattığı

“Cemil Bayık'ın Kandil'den telekonferans yapmasına izin verip, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın telekonferans yapm
asına izin vermeyenler mi bize ifade özgürlüğü dersi verecek? Anti-Erdoğan olduğu için, ülkesine ihanet ettiği için Can Dündar'a sahip çıkıp, kendi kirli çamaşırlarını ortaya döken Edward Snowden'ı, Guardian'a yapılan baskıları, Çiçero Dergisi baskınını konuşmayan, konuşamayan bir Avrupa mı bize basın özgürlüğünden bahsedecek?”

gibi çelişkiler, hakikaten artık çuvala sığacak cinsten değil.



Yine de, Avrupa'nın çifte standartları sadece Türkiye'ye yönelik olanlardan ibaret değil. Avrupa Birliği fikri, bir süredir Avrupalı olmayanlara uygulanan ayrımcılığın meşrulaştırıcısı haline dönüşmüş durumda ve dünyanın geri kalanının mesele etmesi gereken en önemli sorun da bu.



Oysa ortak evrensel insanlık değerlerinden yola çıkılmıştı. Eşitlikten, özgürlükten, demokrasiden söz edilmişti. Sınırların kalkmasından, bireyin ve paranın serbest dolaşımından bahsedilmişti. Fikir iyiydi, hatta dünyanın geri kalanında AB'nin yansımalarının oluşacağı, etnik milliyetçiliklerin, mikro milliyetçiliklerin dünyaya verdiği zararın azalacağı kanısı oluşmuştu. AB kuruldu. Ama sonuç, ulus-devletlerin varoluşsal nedenlerle genelinde bulunan yabancıya ve azınlığa yönelik ayrımcılıkların sona ermesi olmadı, aksine ortaya çıkan yabancıya yönelik ulus-üstü ayrımcılıklardı.



En başta sınırların aşılmasından sözediliyordu ama aşılacak olan o sınırlar Avrupa içinde kalmalıydı. İnsanlar özgürce seyahat edebilmeliydi ama bu da dışarıdan içeriye doğru değil, içeriden dışarıya doğru olmalıydı. Ülkesi kan gölüne dönmüş, yerinden yurdundan edilmiş insanların daha iyi bir yer aramak için seyahat etmesi değildi özgürlükten kastedilen, Avrupalının hudutlarda bekletilmeme özgürlüğüydü.



Bu uğurda barışın, esenliğin, insanlık değerlerinin sahibi konumundaki Avrupa'nın, Akdeniz devasa bir mülteci mezarlığına dönüşürken de, yoksul ve çaresizlere acımasız tekmeler atılırken de, hayvanat bahçesindeki kafeslere yem atılır gibi insanlara para atlılıp eğlenilirken de, insanların değil ancak hayvanların yaşayabileceği pis ve viran gettolar mültecilere tahsis edilirken de, ne yaptığını hep birlikte gördük.



Avrupa, mültecileri halının altına süpürmek istedi…



Birlik, giriş vizelerinin ortadan kalktığı, ama pasaport kontrolünün her zamankinden daha sıkı bir şekilde yapıldığı bir Avrupa fikri üzerine inşa edilmişti. Vizelerin kaldırılmasının yaratabileceği karışıklığı bir düzene koymak için pasaport kontrolüne eskisinden daha fazla ihtiyaç vardı, çünkü vizelerin kaldırılmasıyla rahat rahat seyahat edebilmesi amaçlanan insanlar ile yerli yerinde kalması gereken insanları birbirinden ayırmak ancak pasaport sayesinde mümkün olacaktı.



Avrupalılar yani, hayatları boyunca gidecekleri yerleri seçmeye doymuş insanlardan oluşurken, kapı dışındakiler hayatları boyunca oturmayı tercih ettikleri yerlerden tekrar tekrar sökülüp atılmış insanlardan oluştu. Bu insanlar, yoksulluğun, savaşın, çatışmaların, bombaların dövdüğü yerlerinde kalmalarına da, daha iyi bir yer aramalarına da izin verilmeyenlerdi. Bunlar mülteciler, göçmenlerdi.



Avrupalı her zaman kibirli, her daim snobtu. Ama Suriye Savaşı'ndan sonra, Avrupalı devletlerin ortaya koyduğu yabancı politikası, onların kendileri gibi olmayanlardan ne kadar çok korktuklarını ortaya koydu.



Velhasıl, herşey bir yana, Avrupa'nın sırf Suriye'deki savaştan kaçan çaresiz insanlara karşı sergilediği vicdansızlık bile, evrensel değerleri bir sopa gibi Türkiye'nin tepesinde sallandıracak son yapı olduğunun delilidir.


Bu kan uyuşmazlığı sözkonusu oldukça, Türkiye AB'ye girse de, komplikasyon


gelişmesi kaçınılmaz olurdu zaten…



Bence, bırakalım dağınık kalsın.


#Avrupa Parlamentosu
#Cemil Bayık
#Mülteciler
7 yıl önce
Bırakalım dağınık kalsın
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi