|
Dindar ile Diyanet

Diyanet İşleri Başkanlığı, daimi gündemimiz, biliyorsunuz. Nasıl olmasın ki; başörtüsü, seçmeli din dersi, Alevilik ve cemevleri, dini pratiklerin gündelik hayattaki görüngülerinin sınırları, özel ve kamusal alan gibi bitmez tükenmez, mümbit ve alevli tartışma konularımız mevcutken, Diyanet nasıl talep, tartışma ve beklenti odağı olmasın ki…

Ama bendeniz bugün Cumhuriyet tarihinin büyük bölümünde dindar vatandaşın, Diyanet''i sistemin din projesinin yürütücüsü olarak gördüğünden ve Cumhuriyet''in Osmanlı geleneği üzerine kurduğu bu “muteber dindar” prototipine karşı aldığı mesafeden sözetmek isterim. Ve elbette bu algının nasıl değiştiğinden..

Evet 1985''lere hatta 90 ortalarına kadar dindar kesime mensup insanlar Diyanet''e hep şüpheyle baktı. Özellikle 85 sonrası ve 90''lar ortalarına kadar, o dönemin popüler yönelimi radikal İrancılık akımının etkisiyle pek çok Sünni dindar, sistemin “10 yılda 15 milyon genç yarattığı” gibi, “kokmaz-bulaşmaz”, “suya sabuna dokunmaz” bir dindar tipolojisi “yaratma” gayreti içinde olduğundan neredeyse emindi. Dindarlar hep, kurucu rejimin kendilerine din diye pozitivist dogmalar önerdiğini düşündü.

Sonuçta Osmanlı''daki Şeyhülislamlık ile Türkiye Cumhuriyeti''ndeki Diyanet İşleri Başkanlığı arasında hem mahiyet, hem işlev açısından son derece önemli farklar vardı.

Dolayısıyla rejimin baskıcı ilkelerine muhalefet etmediğini düşündüğü hutbelere de, dindarı devletle karşı karşıya getirmemek için dindar aleyhine hükümlere vardığını düşündüğü müftülere de, kuran kurslarında çocuklara Kur''an''ın ruhunu değil, sadece lafzını öğrettiğine inandığı imamlara da, o kadar çok güvenmedi.

Nitekim, hiçbir zaman, hiç kimse tarafından itiraf edilmemiş olsa bile, kurucu Cumhuriyet rejimi, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmanın, ancak gündelik hayatta varolan dinin kalplere yani çıkış yerine geri gönderilerek mümkün olabileceğini varsaymış, bu niyetle yola çıkmıştı. Cumhuriyet''in tasarlayıcıları, yüzünü Batı''ya dönme ülküsünü Batılı gibi yaşayıp, Batılı gibi giyinmeye, dini ise tıpkı Batı''daki gibi “religion” mesabesine, yani gece uyumadan önce Tanrı''ya dua ile sınırlı kalabilen bir din anlayışına indirgemişti.

Nitekim, 1950 öncesi dönemde, İsmet Paşa''nın, Ramazan''da mahyaları, dinin laiklikle uzlaşabilecek bölümlerinden derlenen bir aforizma kolajıyla donattığı, “para biriktirmenin” faziletlerinden filan sözettiği, bir sır değildi. Aynı rejim, vatandaşını Kur''an-ı Kerim''i toprağa gömdürtecek kadar korkutmayı başarmıştı.

Kendi tasarımının dışındaki dini ve dindarı yasaklayabilecek kadar ileri gidebilen bir manipülatif akla sahip olan bu sistemin Diyanet''ine ne kadar güvenilebilirdi? Dindar vatandaşın çekincesi ve mesafesi gerekçesiz değildi. Ta ki İrancılık akımı 80 sonlarından ve 90 sonlarına kadar dindar kitlenin büyük bölümünü etkiledi, bu mesafe giderek derinleşti, pergel giderek açıldı.

Diyanet''le dindar vatandaşın arasındaki espas, kurban derilerini Türk Hava Kurumu''na bağışlayan dindarla, üniversiteye başörtüsüyle girmek isteyen dindar arasındaki fark kadar genişledi.

Ancak 2000''li yıllar Türkiye''deki dindarların büyük kesiminin Diyanet''e bakışını da değiştirdi, en azından o keskinliği törpüledi. Bunda ortalama dindar vatandaşın kendisininkine benzer bir yaşam tarzına sahip olan AK Parti hükümetinin göreve gelmesinin payı olduğu kadar; Diyanet''in, modernizmle karşılaşan ve bu karşılaşma esnasında dini değerleri adına endişelenen dindar bireyin ihtiyaçlarına cevap verebilecek kadar, kendini güncelleyebilmesinin payı var.

Diyanet yani, modernleşmeye, dünyevileşmemek kaydıyla “evet” diyen çağımız dindarının beklentilerine cevap verebiliyor. Prof. Dr. Ali Bardakoğlu''nun “21. Yüzyıl Türkiye''sinde Din ve Diyanet” başlıklı iki ciltlik kitabı da bu minvalde ilerliyor. Kitaptaki “Dinin Sosyal Gerçekliği” başlığı bile, dine bilimsel bakışın ipuçlarını vermekte. Azıcık sosyoloji bilen ve Peter L. Berger''in kuramından haberdar olanlar ne demek istediğimi anlarlar.

Tam da bu nedenle işte, ortalama dindar, rejimin mühendislik aracı olarak kurulmuş olan Diyanet''e güvenmeye başlıyor. Tam da bu nedenle, laikçi kimliğiyle tanıdığımız Özdemir İnce, Diyanet''in varlığına hiç itiraz etmezken; Prof. Dr. Ali Bardakoğlu''nun “…Din görevlimiz sadece camide namaz kıldıran bir memur değildir. Toplumun bütün sosyal hayatına müdahale eden kanaat önderi olmalıdır.” sözünü laiklikten sapma olarak görebiliyor.

Çevre sorunlarını, tasarruf ve tutumluluğun faydalarını, vatan sevgisini anlatabilirsin; ama “toplumun sosyal hayatına müdahale eden bir kanaat önderi olacağım”, dersen zinhar laiklikten çıkarsın!

Bendeniz laik bir devlette Diyanet''in sorgulanabilmesi gerektiğini düşünenlerdenim, ama bu Özdemir İnce türü Kemalist kafaların da elden geçirilmesi şart değil mi sizce de?..

13 yıl önce
Dindar ile Diyanet
Yeni nesil devşirmeler: Beyazlaştırma ve Hıristiyanlaştırma projeleri
Koronada elde ettiğimiz maddî başarıyı sahip olduğumuz “manevî güç”e borçluyuz!
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti