|
İrtica avcılığı mı?

2004-MGK haberiyle gündemi meşgul eden Taraf Gazetesi önceki gün de, Başbakan Erdoğan"ın dindar insanlara yönelik irtica avcılığı yaptığı iddiasını sürdürdü. Habere göre, birden çok cemaate mensup vatandaşlar 2011-2013 yılları arasında fişlenmişti. Haberde bütün cemaatlerin hedef alındığı imleniyor ama listeye baktığınızda hakkında notlar tutulmuş olanların; kaymakam adaylıkları, akademisyenler grubu, avukatlar ve diğer meslek gruplarında çoğunluğun Gülen Hocaefendi cemaatine bağlı olanlar olduğu görülüyordu. Ayrıca, fişlendiği iddia edilen bu insanlarla ilgili ne tür bir işlem yapıldığından sözedilmiyordu.

Dün Meclis Başkanı Bülent Arınç, dershanelerin dönüşümü için sürenin 2 yıl daha uzatıldığını açıkladıktan sonra, bu haberlerin devamı gelir mi, emin değilim. Tahminim ve temennim odur ki, gereksiz tatsızlık sona erer. Her ne kadar "kardeşlik" diyenler, bugünlerde anında "ne kardeşliği, geçmiş olsun" cevabıyla refüze edilip neredeyse "senin dinin sana" adlı o ışık hızıyla aşılamayacak mesafelere öteleniyorsa da; kalbi kıvamda tutmaya çalışarak, giderek çirkinleşmeye başlamış olan bu çatışmanın bir an önce, o ya da bu şekilde, şu ya da bu sebeple sönümlenmesini dilemek gerekiyor. Camia içinde yüzyüze bakılacak olan; sözleri, görüşleri değerli, çok kıymetli insanlar, gazeteciler var.

Öte yandan sözkonusu iddialar yenilip yutulacak cinsten değil. Çünkü Başbakan Erdoğan"a yapıştırılmaya çalışılan şey, bir zamanların TSK"sının rutini olan, bildiğiniz "irtica avcılığı" yaftası. Hedef, 10 yılı aşkın süredir, Başbakan Erdoğan"ı çeşitli badireler ve vartalarla vargücüyle boğuşmaya zorlayan niteliği yani, dindar kimliği. "Buna kim inanır, Kadir İnanır" türü zevzekliklere mahal yok, zira konu ciddi, zira O"na ortalama vatandaşın gözünde "dindar insanlarla mücadele ediyor" imajı yapıştırmaya kalkmadan önce bir kez daha düşünmek elzemdir.

Her iki tarafa da aynı mesafede durmaya çalışan; camia/cemaate sempati duyagelen, Erdoğan yönetimindeki hükümetin ise bu ülkeye sayılamayacak kadar hizmeti olduğuna inanan; adaletsizlik yapmamaya gayret eden, vicdanına inancıyla doğru koordinat biçmeye çalışan birisi olarak bile, bu böyle... "İrtica avcısı" sıfatı Başbakan sözkonusu olduğunda doğru değildir. Bu ülkede bu sıfatı taşımaya layık en son kişi Erdoğan"dır.

Taraf"ta haberin yayınlandığı gün, bazıları özellikle kritik devlet görevlerine atanacak memur adaylarını "güvenilirlik" nedeniyle dikkatli seçmek gerektiği; kısa notlar şeklindeki bilgilere ise "fişleme" denemeyeceği, fişleme denilen eylemin insanlar hakkında dosyalar tutularak gerçekleştirildiği görüşlerini serdetti sosyal medyada.

Oysa, her birimizin insanların inancı/görüşü/yaşam tarzı nedeniyle fişlenmesini ilkesel olarak reddetmemiz görekiyor öncelikle. En azından demokrasi ile yönetildiği iddia edilen bir ülkede yaşıyorsak bu böyle. Ama aynı demokraside, Başbakan"ın; -söylentilere göre- bazı valileri görevden almak istedi diye, belirli bir sosyal grup tarafından hedef haline getirilmesi de kabahati geçtim, suçtur. Çünkü bu, grup çıkarlarını meşru iradenin önüne koymak anlamına gelir.

Grup çıkarı ifadesini kullanırken sakil bir yakıştırma yapmıyorum. İnsanların toplumsal grup dediğimiz yapıyı, ortak amaçlar, ilgiler, yararlar, değerler ve normlar etrafında bir araya gelerek sağladığını; grupların amaçlarını gerçekleştirmek için ortak değerler ürettiğini ve bu süreçte bir kimlik inşa ettiğini; bu kimlik çerçevesinde kurulan ilişkilerin çekirdeğini ise gücün oluşturduğunu biliyorsak, sosyolojik anlamda "çıkar"dan sözettiğim, amaçların gerçekleşmesi için gerekli olan güç hedefinden bahsettiğim anlaşılabilir. Buraya kadar sorun yok, ancak gücü elde etmek; -eğer talebiniz çok büyük bir güçse-, gücü meşru olarak elinde bulunduranlarla çatışmayı getirebilir.

Çünkü, hele de dini yönü ağır basan bir toplumsal grup, grup kimliğini diğer gruplarla kendisi arasındaki farklılıkları ayrıştırarak ve kuvvetlendirerek kurar. Bu gruba mensup olan ve sımsıkı değer ipleriyle birbirine bağlanmış üyeler; bulundukları konumlar aracılığıyla hem iktidarı temsil edip hem de temsil ettiği iktidarla çatışmaya girebiliyorsa orada bir sorun var demektir. Çünkü "kesişen sadakatler!" dediğimiz bir kavram sözkonusudur. Ve burada siyasi özne olmayı da sollayan bir durum var demektir.

Sözün ahiri, fişlemelerin gerçek olup olmadığını bilmiyorum, ama memuriyete alımlarda dikkat gösteriliyorsa bile bunun sebebinin dindarlara husumet olmadığına eminim. Belki birkaç tane "devlette görev aldığı halde, grup çıkarını önceleme" vakasıyla karşılaşılmıştır, bilemiyoruz. Belki, kullanım hakkını bizzat hesabını da vererek halktan aldığı meşru iktidar, birlikte çalışacağı ve güvenebileceği bürokratları seçme hakkını da kapsamaktadır. Malum, bir ipte iki cambaz oynamayacağı gibi, bürokratlar tarafından sigaya çekilme denemesi de Başbakan"ın başına gelmemiş iş değildir.

Sonuç; çatışma pozitiftir, ilişkinin temelini sorgulamadığı müddetçe...

10 yıl önce
İrtica avcılığı mı?
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’