|
Kabalıktan ölürken, şehirden estetik ummak
Başbakan
herkesin bir muhasebe yapması gerektiğini belirterek, “Eğer bir gemi ile İstanbul'a yaklaşıyorsanız, bir tarafta Süleymaniye, diğer tarafta Gökkafes adı verilen bir ucube yan yana durduğunda “Biz Mimar Sinan'dan hiç mi ders almamışız” diye insan kahroluyor” dedi.


Aynı günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan da, benzer bir şehir estetiği eleştirisi yapıyor, özgün mimariyi, mahalle kültürünü hayata geçirme gerekliliğinden söz ediyor; kolay yoldan gidip gecekonducuları suçlamadan gecekondulaşmaya kapı aralayan faktörlerden –ki bunların içinde yerel yönetimler de var– şikayet ederken, sadece yapıları değil gönülleri imar etmeyi umduğunu söylüyordu.



Hele de İstanbul sözkonusu olduğunda şehir estetiğiyle ilgili yapılan eleştiriler yeni değil. Yıllardır, yüzlerce yıllık tarihi eserleri gölgeleyen gökdelenlerden, çarpık yapılaşmadan, beton yığını binalardan şikayet edilir. Hem de hemen her kesim ve sınıftan İstanbullular tarafından; neredeyse konsensusla…



Üstelik o kadar da doğrudur ki söylenenler, o kadar gözünüzün önündedir ki… Süleymaniye Başbakan'ın söylediği gibiyse, Sultanahmet de farklı değildir sözgelimi. O'nun da güzelliğine 16:9 diye de anılan gökdelenler gölge düşürür. Heder edilen sadece Sultanahmet ve Süleymaniye Camilerinin görüntüsü değildir, bu iki caminin yanı sıra tarihi yarımadadaki Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Yeni Cami'nin dahil olduğu o kartpostal tamamen bozulmuştur esasında…



Böyle bir durumda oluşumuza gösterilecek gerekçelerin ilki tarih bilincinden yoksun, medeniyet kavramından bihaber ve kent-mimari ilişkisini kavramaktan çok uzak olmaklığımızsa ikincisi adlı adınca açgözlülüktür sanırım.



Ama giderek daha büyük ve yaşanmaz bir mega kent haline gelen İstanbul'un tek sorunu sadece, tarihi eserlerin siluetine gölge düşmesi değil maalesef…



Daha büyük olan, giderek devasa hale gelen ve sonunda İstanbul'un tamamını yutacak gibi gözüken estetik sorunumuz. Yatay olsa bile korkunç binalar, üstüste binmiş daireler, tepeden bakıldığında yapılmış değil de, yığılmış gibi gözüken bir şehir manzarası, sağlı sollu parklarla iyice nefessizleştirilmiş daracık sokaklar ve giderek büyüyen bir nüfus…



Ne yapılabilir sorusuna gelince; belediyelerin imar izinlerinin daha sık denetime tabi tutulması gereği zaten cepte, mahalle aralarında dahi yüksek katlı binalara imar vermekten tutun, hala otoparksız binaların yapımına izin vermek gibi onlarca şehir kabahati işliyorlar belediyeler çünkü halihazırda…



İstanbul'a göçü durdurma yollarının aranması ise, İstanbul'u bir nebze daha rahat nefes alınabilir hale getirebilir belki, ama benim sorunum kentleşmeyle ilgili sosyolojik tahlil yapmaktan ziyade, zevksizlikle, estetik duygusundan yoksunlukla, kabalıkla…



İstanbul'u bu hale getiren hepimiziz çünkü.



Manes Sperber'in sorguladığı gibi acaba estetik, özel duyusal algıların bir öğretisi midir? Beğeninin arttırılmasına, oluşturulmasına ilişkin bir kuram mıdır? Sanatsal anlatım biçimlerine ilişkin bir dilbilgisi midir? Estetik acaba, bunların hiçbiri ya da hepsi midir?



Bilmiyorum, bildiğim estetiğin hem kendimize, hem çevremize, hem de evrene bir bakış yöntemi, bir bakış biçimi olduğudur.



Bakmayı bilmiyoruz. Bakmayı bilmiyoruz ki; görmeyi de, yapmayı da, kıymeti de bilelim…


#Erdoğan
#İstanbul'un silueti
8 yıl önce
Kabalıktan ölürken, şehirden estetik ummak
Kara dinlilerle milletin savaşı
Bu sivillerin mi yargılanmasına karşı çıkıyorsunuz?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar