|
Kürtler, itiraflar ve itirafı rüyasında görecekler

Türkiye''nin yazar-çizer aydın kesimi bir süredir, emekli paşalardan gelen Kürtler ve Güneydoğu politikası konusundaki “sanırım yanlış yaptık” itiraflarını konuşuyor. İtirafların değerlendirmeleri ise iki koldan yürüyor; ''E nihayet yani'' diyenler ve devletin 80 yıldır en az Kürtler''e olduğu kadar asabi davrandığı ''dindar''lara da benzer bir hak teslimi bekleyenler.

İtiraf, modern zamanlarda hafifletici neden. İşlenen kabahatin bedelini ödeme konusunda makul bir indirim, haniyse sıyırma sağlayan sihirli bir masumiyet transistörü. Genelde her şeyin olup bitmesinin, geriye dönülmez biçimde değişmesinin ardından gelir ama, hakiki bir pişmanlık ve sahicilik vaz''ettiği için sahibini öyle ya da böyle temize çıkarır.

Durumun düzelmesine en ufak bir katkısı olmayacak kadar gecikilmiş durumlarda vuku bulur ama yine de itiraf etmek gerek ki; itiraf iyidir, olgunluk izharı ve her ne saikle dillendiriliyor olursa olsun bir hakkın iadesi babından, ciddi bir merhaledir.

Dolayısıyla emekli generallerin itiraflarını olumlu bir gelişme olarak almaya tamam ama, Kürtler konusundaki bu itiraf furyasının, Cumhuriyet ideolojisinin en başından bu yana tehdit ilan ettiği ikinci ana unsur olan ''gericilik-mürteciler'' başlığını da kapsayacağını sananların, “Biz dindarları da çok hırpaladık, onları aralıklarla sigaya aldık, sıkıştırıp dövdük, çok üzgünüz, özür” falan gibi bir beyan geleceğini, “28 Şubat sürecinde yaptıklarımız da affedilemezdi” diyecek bir babayiğidin ortaya çıkacağını vehmedenlerin, ellerinin boş kalacağını söylemek zorundayım.

Kürtler ve Kürtlük konusundaki günah çıkarmadan sonra, köşelerinden “Sıra dindarlara da gelecek mi acaba?” diye soranlara da “siz onu ancak simüle edebilirsiniz beyler” demek isterim, yani rüyanızda görürsünüz ancak.

Çünkü; itiraf normal şartlar altında, ancak empatinin ivmeleyebileceği bir iç itkiyle, o itkinin sebep olacağı vicdan muhasebesiyle ve o hesap sonrası açığa çıkan bir pişmanlık dürtüsüyle, yani tamamen ruhani nedenler ve niyetlerle varolur ve dış etkenlerin zorlayıcılığı devreye girdiği anda sahihliğini kaybeder.

Emekli paşaların itiraflarında ise; öldürmek, işkence etmek, hapse tıkmak vesair gibi her türlü sert tedbire rağmen neredeyse 30 yıldır bitmeyen, bilakis etki alanını genişleterek çoğalan bir ''sorun'' ve bu sorun karşısında çaresizliğin kabulü gibi bir zorunluluk hali sırıtıyor. Kaldı ki bu konunun, aydın kesimin ''dattebayo''u haline gelmesi ve adını ''sorun'' olarak koyabilen siyasi elit tarafından tanınması da, ''normalleşme'' en azından üzerinde konuşulabilir bir irtifaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Yani paşa itiraflarında, görünenin aksine öyle çok cüretli, devrimci bir yan falan da yoktur.

Önümüze gelen itiraflar, bu meselenin yoksaymakla falan çözülmeyeceğinin anlaşıldığına dair zorunlu bir beyandır ve izleyeni içsel bir muhasebe sonucu husule gelen bir pişmanlığa değil, resmi ideoloji temsilcileri kotasından askerlerin de artık bu konuda düşünmek zorunda kaldıkları gibi bir sonuca götürür.

Aynı itiraf furyasından, anlayış parçacığından, şefkat kesirinden, idrak yongasından; -İslamcılar, dindarlar, irticacılar ya da adına her ne derseniz deyin- bu toplumun büyük bir kesiminin mensup olduğu kitlenin neden nasiplenemeyeceğine gelince:

Onyıllardır devletin tehdit addettiği, ibadetinden, sakalından, başörtüsünden ettiği dindar kitle, rejim nezdinde tanınmayı, yoksayılmamayı çok istemiş ama Kürtlerin aksine, beklememiştir. Dolayısıyla devletin darbeler, 28 Şubat, kamusal alandaki kısıtlamalar ve dahi çok çeşitli ve çok işlevli pek çok yöntemle uysallaştırdığı, törpülediği efendi çocuklara dönüşmüştür.

Hiçbir hakkını elde edemeyeceğini bilen ve beklentilerini, başkalarının kendine biçtiği kadere uysallık gösterme çizgisine kadar gerileten, gücü ve parası yerinde olsa dahi dışlanmasının mutsuzluğunu, sözgelimi kesimi iyi yapılmış bir elbisede, lezzetli bir dil balığı filetosunda, sonu mutsuz bitmeyen iyice yazılmış kitaplarda sağaltabilen, itiraz etmek yerine rotayı başka alanlara kaydırmaya gönül indiren dindarlar sanılanın çok üstündedir artık. 28 Şubat sözgelimi; orduevine girememesine hayıflanmasına rağmen susan ve belediyelerin koridorunda dolaşabilme özgürlüğüyle yetinebilen Müslümanlar hediye etmiştir bize.

Terörün etkisi azalır azalmaz, o dayağın kendine döneceğini bile bile eli sopalı devletin yanında duran, daimi ikinci sınıf vatandaş hatta hain muamelesine rağmen, vatana ve millete hayırlı evlat yetiştirme ülküsünden ısrarla ve inatla vazgeçmeme temayülündeki İslamcı protototipi, iyi midir kötü müdür bilemem. Bildiğim şu ki; beklenen o itiraf, devleti ve unsurlarını oturup ciddi ciddi düşünmeye sevkedecek ne bir talep, ne de bir itiraz, ne bir başkaldırı olmadığı için, hiçbir zaman gelmeyecek.

Muktedirler, asla sebepsiz yere pişman olmaz, durup dururken romantik vicdan sorgularına falan da girişmezler çünkü. ''Sorgu'' alanları başkadır onların. Yanılıyor muyum?

16 лет назад
Kürtler, itiraflar ve itirafı rüyasında görecekler
İsrail ordusunun yabancı askerleri
Ömre bedel gece Kadir Gecesi (1)
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…