|
Megrî!

Geçtiğimiz haftasonu Diyarbakır"da olanları izlediniz, okudunuz, dinlediniz. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Başbakan"ın Kürdistan kelimesini telaffuz etmesi, Barzani"nin neredeyse 30 yıl aradan sonra ilk kez Diyarbakır"a adımını atması, bir zamanlar şarkılarını dinlemenin devlet katındaki cezası 6 yıllık hapis cezası olan Şivan Perwer"in 40 yıla yakın bir zaman ayrı kaldığı vatanına geri dönmesi, geri dönmekle kalmayıp sahneye çıkması, İbrahim Tatlıses"le birlikte "ağlama" anlamına geldiğini sonradan öğrendiğim, "Megri"yi söylemesi, adlı adınca Kürtçe söylemesi...

Bütün bunlar işte, biliyorsunuz; güzeldi. Manzaranın güzelliği bir yana, 11 aydır çocuklarının toprağa düşmediği bir ülke için, umudu katmerleyen bir fotoğraftı, baktıkça içimiz neşeyle doldu.

Ama işte bütün bunların bir araya gelmesini Başbakan Erdoğan sağlamıştı, Kürtlere "sizi satacak" denilen Erdoğan. Başka birisi eliyle inşa edilmiş olsa, yüzyılın olayı diye düğün bayram yapacaklar için bu fotoğraf, bu fotoğrafın yapılmasına önayak olan kişi nedeniyle artık bir "göz yanılsaması" anlamına gelirdi. Başbakan"ın işin içinde olması, bu barış görüntüsünü kesinlikle affedilemez bir kabahate dönüştürürdü. Öyle de oldu.

Tam tahmin ettiğim gibi, bu fotoğrafın içimizi açtığı, artık herşeyin daha iyi olacağına, aynı ülkede yaşayan insanların birbirine düşman olmayacağına, birbirinin canına kastetmeyeceğine emin olmaya başladığımız o saatlerde muhalifler "ama Roboski" demeye başladı. "Roboski"nin anılmadığı bir barış, gerçek bir barış olabilir mi?" şeklinde, haklı gibi gözüken ama sözkonusu fotoğrafa gölge düşürmekten başka hiçbir amacı olmayan sorular sökün etmeye başladı.

Birileri ne kadar büyük bir hırsla, ne derece derin bir kinle "arabozuculuk" yaptığını unutmuş gibi; koymadığını almak isterken, hak etmediğini talep ederken, "ama bu düğüne bizi çağırmadınız?" diye gayet kişisel ihtiraslarıyla bozuk atarken; koronun diğer ucundekiler de, "Şivan Perwer, yapılır mı bu bize?" demeye başladı...

Bendeniz, Roboski faciasını bu ülkeye yaşatanların hesap vermesi gerektiğini yazanlardanım. Ama sırf Roboski oldu diye insanlar ölmeye devam etsin diyebilecek kadar da insanlıktan nasipsiz değilim. Kaldı ki, Başbakan 2012 Aralık"ında, Roboskili ailelerle buluşmuş, katliamda yaşamını yitirenlerden Mehmet Tosun"un babası Zeki Tosun, Nadir Alma"nın annesi Sadık Alma, Yüksel Ürek"in annesi Emine Ürek, Erkan Encü"nün babası annesi Emek Encü, Serhat Encü"nün kardeşi Veli Encü, Adem Ant"ın babası Raşit Ant ile biraraya gelmişti. Ailelerden birinin, "Böyle bir operasyon talimatını ancak bir Başbakan verebilir" cümlesine, "talimatı ben vermedim" demekle iktifa etmişti. Doğrusu, vesayetin Cumhuriyet tarihi boyunca kılcal damarlar yoluyla devletin tüm birimlerine sirayet ettiği, bunun onyıllar boyunca sürerek kemikleştiği; bu ülkenin 6 yıl önce iktidar partisine kapatma davası açılan bir yer olduğu; hükümetin güçlü iradesine rağmen, yapılan işlerin siyasi sonuçlarının sorumluluğunu yükleneceği gerçekliğine karşın -hala- bazı reflekslerin önüne geçemediği; bu reflekslerin 2011"de daha güçlü, 2010"da ondan daha güçlü, 2009"da ondan da güçlü, 2008"de daha da güçlü olduğu düşünüldüğünde, "talimatı ben vermedim" cümlesi, beni hiç şaşırtmamıştı. Bu ülke bundan 3 yıl önce bile, Başbakan"ın bilgisi dışında insanların üstüne bomba yağdırılabilen bir yerdi.

Ama Roboski oldu diye "birbirimizi öldürmeye, annelerin bağrına ölene dek geçmeyecek acılar salmaya devam edelim" demenin, içinde bir vicdan, bir kalp taşımakla ilgisini kuramıyorum ve soruyorum: Diyarbakır"daki o fotoğraf, tam da Roboskiler olmasın, insanlar Şivan Perwer dinledi diye cezaevlerinde çırılçıplak soyulup kanalizasyonların içinde süründürülmesin, anneler bir mezar taşına sarılarak kanlı gözyaşları döke döke ölüp gitmesin diye verilmedi mi zaten?

Şivan Perwer"e edilen sitemlere bakıyorum da; "2002"nin Newroz"unda gelmedin ama AKP çağırınca geldin"; "Biz jandarma basınca götürülmeyelim diye, senin şarkılarınla doldurduğumuz kasetlerin üstüne İbrahim Tatlıses yazardık, o şarkıları O"nunla düet yapasın diye mi dinledik?" diyenlere... Bunları diye diye, okurları Kürtler için acı çektiğine ikna ederken, Diyarbakır"daki manzarayı marifetli bir abrakadabrayla Gezi"ye bağlamayı, Gezi"de çıkan olaylarda ölenlerin adını aynı yazı içerisinde geçirmeyi başarabilenlere bakıyorum da...

Minik bir bir parça bile olsa, bir iyi niyet kırıntısı göremiyorum...

Ve göremedikçe "Megrî" diyenlere katılıyorum; yeter ağlamayın artık...

Savaş sürsün insanlar ölsün, her seferinde daha çok ölsün, her iki taraf birbirine nefret duysun, o nefret yeni nefretler doğursun, diyenler kaybedecek zira bundan böyle...

Ağlamayın yani küçük, bencil, sefil çıkarlarınızın ellerinizden uçup gidişine; ağlamayın çocuklar artık ölmeyecek diye... Megrî, yani hepinize...

10 yıl önce
Megrî!
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler