|
Paradigmayı aşmak

Görünen o ki, Türkiye dış ilişkilerinde, hem eksen hem de bakış açısı itibariyle bir değişikliğe gidiyor. Gitmek istemese bile sanki şartlar tarafından buna zorlanıyor. Zira, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 2000'li yıllara kadar strateji adına dış politikada yürüttüğü ne varsa geçersizleşti, geçersizleşiyor. “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” düsturu, “Hazır ol cenge, ister isen sulh-u salah” gerek-şartıyla revize edildi bile…



Sulh yani barış ilkesi, küresel güçlerin Ortadoğu'daki uydusu ve meşrulaştırıcısı olarak anlaşıldığından, pasifliğe dönüştürüldüğünden bu yana, zaten işlevsizdi. Ama bizim için artık mücadelenin de anlamı değişiyor. PKK'sından DAEŞ'ine cümle terör örgütü Türkiye'ye topyekün savaş ilan edince; adamların sınırlarımız içinde kendilerini patlatmalarını beklemeden “inlerine girip” müdahale etmeyi sağlayan önleyici savaş doktrinine geçildi, Türk ordusu Fırat Kalkanı adlı ilk büyük sınır dışı operasyonunu başarıyla yerine getirdi bile. Aslında, pasiflikten aktifliğe geçiş, sulhü savaşla bulmaya yöneliş, şiddeti sınır dışında çözmeyi akıl ediş biraz da şartlardan kaynaklanıyor yani…



Öte yandan tarihi onyıllara dayanan, ABD ile sarsılmaz sanılan müttefik ilişkimiz, önce örtülü olarak ama Suriye savaşının başından bu yana da açık açık çözülmeye başladı. Türkiye, en başta ÖSO'ya yardım dedi, ABD önce tamam dedi sonra yan çizdi; Türkiye Uçuşa Yasak Bölge, Güvenli Bölge dedi; ABD duymamazlıktan gelmekle kalmadı, Avrupa'nın da kulağının üstüne yatmasını sağladı.



Geldiğimiz noktada, bizim can düşmanımız PKK ve PYD'yi dünyanın gözleri önünde müttefik bellemiş ve Güney'imizde olan biten her şeyden Türkiye'yi itinayla uzak tutmak için Irak Başbakanı İbadi'nin iplerini oynatmak dahil, her yolu deneyen bir ABD figürü var. Bu noktaya nasıl geldiğimiz, bunda kişisel olarak Obama faktörünün ne derece rol oynadığı elbette bahse değer bir konu, ama şu geldiğimiz durumda gergin ilişkilerin, sadece bir bakış açısı farklılığı olmadığına ve kolayca da tersine çevrilemeyeceğine dair bir endişem/öngörüm var.



Bütün bunlardan dolayı, Türkiye de artık, ABD'nin bölgedeki müttefiki rolünü icra ederken rol yapıyor. Terörü önlemek için askeri operasyon yapacaksa yapıyor, girecekse bölgeye giriyor; ama ABD'den izin almıyor. Görüşecekse de, bölgede konuşlu ve en etkili güç olan Rusya ile görüşüyor.



Rusya demişken, Rusya'ya yönelik dış politikamız da eski ekseninden çoktan çıkmış gibi. Bunda Putin'in de tıpkı Erdoğan gibi Batı basını tarafından otokrat, diktatör, demokrasi karşıtı, neredeyse ilkel dürtüleriyle hareket eden bir zorba olarak resmedilmesinin ne kadar payı vardır bilinmez; ama iki lider döneminde Türkiye ve Rusya hiç olmadığı kadar yakınlaştı. İki liderin her biraraya gelişi Batı Dünyasını hop oturtup hop kaldırtıyor ve küresel medyada daha da çok hakarete uğramalarına neden oluyor; bu döngü hep sürüyor. İşin ilginci ne Erdoğan, ne de Putin haklarında çıkan ağız dolusu hakaretleri pek kale alıyor gibi de gözükmüyor.



Daha pek çok “emare” gösterilebilir. Mesela en son Türkiye'nin Musul operasyonuna katılma konusunda daha önce eminim ki göstermeyeceği ısrarın sonuç vermesi gibi…



Bunlar yeniydi çünkü; Türkiye'nin sınır dışında uzun soluklu ve geniş alana yayılan karasal bir operasyon yapabileceği de; bunu kavga dövüş elde etse bile ABD ile eşit, göz hizasında bir ilişki kurabileceği de; istenmediği Musul masasına yumruğunu vurarak oturabileceği de daha önce denenmiş adımlar değildi.



Bundan 15-20 yıl önce hararetle konuşulan “Türkiye'nin ekseni mi kayıyor?, Türkiye İran mı oluyor, yoksa Malezya ya da Suudi Arabistan mı oluyor?” tartışmalarını hiç ciddiye almadım, zira hepsi korku yaymak için uydurulmuş, hiçbir reel temeli olmayan saçmalıklardı.



Ama bugün Türkiye'nin paradigma değiştirmeye başladığını düşünmek için elimizde yeterli done var: Mücadele ediyoruz, zira eski “sulh” politikası artık barışı tesis etmeye yaramıyor. Level atladık ve bunu eski müttefiklerimizin kabullenmesini bekliyoruz, zaten eskiden de Türkiye yeterince “uysal” olduğunda da bir ödülle filan taçlandırılmıyordu. İlkesel değil, Türkiye'nin çıkarlarını önceleyen ve gerekirse dönemsel ittifaklara gidiyoruz, zaten bugünkü küresel güçlerin agresifliği de 20. yüzyılın egemenlerinde yoktu.



Bugünkü Türkiye eski Türkiye'yi yanlışlamasa bile gerçekliği daha kullanışlı bir noktadan resmediyor. Paradigma değişikliği bu değilse, nedir ki?


#Paradigma
#PKK
#ABD
#ÖSO
7 yıl önce
Paradigmayı aşmak
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler