|
Truman ülkesi

"Kendimi bildim bileli"den eski, fırsatların üstüne atlama hevesinin vites arttırılarak sürüyor oluşuna bakıldığında ise, hiçbir zaman da eskimeyecek gibi. Senaryosu, aktörleri, kurgusu ve dahi yapım şirketi değişmiş olsa da, konusu her zamanki gibi "irtica" ve dağıtım şirketi her zamanki gibi Türk medyası olan nurtopu gibi bir hikayemiz daha var elimizde. İdmanlıyız elbette, Danıştay cinayetinden sonra koparılan kıyametin, başınızda patlayan hengamenin bitmesinden sonra, gerçeğin ortaya çıkacağını çoktan tahmin etmiştik hep birlikte.

Olayı biranda laik-laik olmayan, çağdaş-gerici, Atatürkçü-şeriatçı düzlemine kaydırıveren gazetelerden birinin "Dört tane türbanlı kardeşi varmış" diye sevine sevine, "Türkiye'nin 11 Eylül'ü" diye tepine tepine olayı hükümete fatura etmeye kalkışı gibi, bulabildiği en ufak bir argüman parçacığını bile bağcıyı dövmek amacıyla kullanılmak üzere bir yokedici silaha dönüştürme temayülünün bütün bu şamatayı uzaktan izleyenlere gösterdiği nihai gerçek, irtica refleksinin artık bir medya kültürü haline gelişidir.

Konunun irticai faaliyetlerle ilgisinin olmadığı ve ucunun istenmeyen yerlere ulaşabileceğinin anlaşıldığı an olan, bağlantılar eski asker Muzaffer Tekin'e gelip dayandığında ise, işler açığa çıkana dek bir süreliğine sus pus durmayı deneyen medya, Tekin'in yeterli kanıt bulunamadığı için salıverilmesiyle yeniden köpürmeye başladı. Türkiye'de bu tür olaylarda yeterli kanıtın ne zaman bulunmuş olduğu, bulunsa da ortaya ne zaman çıktığı, çıksa da ne zaman üstünün örtülmediği sorularının cevabını, iyi biliyorsunuz elbette.

Medyanın, hoşlanmadığını linç etmeye yarayacak bilgilere yanılma payı ve süresi koyma, muhalefet şerhi düşme gibi bir adeti hiç olmadı -Bkz. Andıç-. Üstelik, yanıldığını değilse de, yaslanacak bir argümanı kalmadığını farkettiğindeyse, kendi hafızasını sıfırlamasıyla, kollektif bilinci de delete etme gücü vehmedecek kadar kendine hayranlık duyma gibi bir marazı sözkonusu.

Danıştay davasındaki gelişmeleri iç sayfalara atarak, tipik Alzheimer belirtileri sergilemeye başlayan medyanın, stratejisi bu kez "kendin vuramıyorsan, başkasıyla vur"a kaydı ki, bu da alışılmadık bir hareket planı değil. Tıpkı önceki gün büyük gazetelerimizden birinin, birinci sayfasına taşıdığı Newsweek yorumu gibi: Newsweek'e göre, "Danıştay'a yapılan saldırı Türk Hükümeti'ni krize soktu". 'Kansız darbe' ile iktidardan düştüğü söylenen Refahyol hükümeti dönemine de göndermelerde bulunarak çapraz bir gönderme yapan haberin başlığı ise: "Sonun Başlangıcı mı?"

Laiklik ve cumhuriyetçiliğe yaslanmadan bu ülke hakkında söz, iş üretmeye cüret eden, kişisel ya da kurumsal her hamleye vurulan darbelerde, bazen karikatürize edilerek, kimi zaman alt metnine suç ibaresi yapıştırılarak sunumu yapılan din mevzularında ve medyanın turnusollarından 28 Şubat'taki yaklaşımlarında görüldüğü gibi, "olan"la "sunulan"ın aynı olmadığı devasa bir manipülasyon ve dezenformasyonun ortasında yaşıyoruz, o acıklı Truman karakteri gibi.

Konsensus değil çatışma, gerçek değil simülasyon satıyor yine. Tesir alanı yalnızca Türkiye'yle sınırlı Danıştay benzeri infial haberlerinde değil bu çarpıklık üstelik. Irak'ta ailesi gözü önünde öldürülen İman Hasan adlı çocuğun burun direğini sızlatan röportajının yeraldığı, "ikinci Ebu Gureyb skandalı" olarak anılan, 24 sivilin öldürüldüğü katliamın haberi, bir büyük gazetemizde mesela, "Irak'ta şortlu erkekleri vuruyorlar" başlığı altında, son satırlarda, son derece önemsiz bir "ıvır zıvır" ayrıntısıymış gibi asıl habere iğnelenmiş bir rehabilite ürünü olarak önünüze sürülebiliyor işte.

Yola kurnazca dizilmiş bubi tuzaklarının üstünden bir bir atlayarak akla ve vicdana ulaşılması gerekiyor artık. Bu tuzaklar bütün bir milletin gerçeklik algısını, adalet ve ahlak duygusunu havaya uçurmadan önce hem de...
18 yıl önce
Truman ülkesi
Entelektüel vicdân ve Filistin"in iç sesi
Çok hayâtî bir dört sene
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’