|
30"lara mı tutunmalı, onu aşmaya mı çalışmalı?

Mesele şu: bu ülkede yaşayan insanların bir bölümü 1920"li, 30"lu yılların özlemini çekiyor. O günler, şimdilerde de yaşansın istiyor.

Bir bölümü ise o yılları aşma çabasını taşıyor.

Hangisinden yana olmalı?

20"li, 30"lu yılların hevesinde olanlar, o günleri devrimcilik, atılganlık yılları olarak anımsamak istiyor.

Oysa bir durumun ayırdında olmak gerekiyor: o günlerin devrimciliği (bu da aslında tanımlamaya bağlı bir kavram, gerçekte devrimcilik midir o, yoksa bir zamanların halk yakıştırmasıyla devirimcilik midir) o günlerin özgül koşullarının ürünü müydü? Başka bir söyleyişle, o günlerin zorunluluğu mu öyle gerektiriyordu devrim adı verilen kimi değişiklikleri, dönüşümleri öngörmeyi, yoksa Batı karşısında yenilgiye uğramış olmanın getirdiği bir zihin kargaşasının, karmaşasının ürünü olarak mı dışlaşıyordu bütün o değiştirme çabaları?

Hangi şıktan yana bakılırsa bakılsın, sonuçta, o günler geçip gitti. Velev bir daha o günler yaşanmak istense de, artık bir daha geri getirilmesi söz konusu olmayan bir tarih dilimi üzerinde konuşulmaktadır. Tarih, kimilerinin sandığı gibi yinelenen bir olgu barındırmaz bağrında. Olan olay bir daha gelmemecesine, yinelenmemecesine geçip gitmiştir. Ondan ders alsan da, almasan da, ne o günleri bir daha yaşamak söz konusudur, ne o günlere yapılan çağrının adresini bulması...

Tarihte yineleme, yinelenme yoktur. Her olay, her olgu bir defaya özgü olarak olup biter.

Olmuş bitmiş olgunun belki günün koşullarına göre yenilenmesi (yinelenmesi değil) imkânı denenebilir. Nitekim İslam düşüncesinde yenileme (tecdit) olayına yer verilir. Yenileme (tecdit ve başka bir görüngüden ihya: dirim) olayı, yineleme değildir. Yenileme, istenen olguyu, günün koşullarını dikkate alarak bir daha yaşanır duruma getirme istemi ve çabasıdır.

Nitekim İslam"ın her çağın değişen koşullarına göre yaşanılabilirliğini sağlayan faktör, onun, bu yenilenebilir olma özelliğinde aranmalıdır. Yenileme, reform etkinliğinden de ayrı bir olgudur. Reform, dinî veya belli bir siyasal/toplumsal kurumu, üzerinde meydana getirilmiş bidatleri içselleştirmeye dönük bir eylemdir. Bidatler sineye çekilmek suretiyle o kurum yaşatılmaya çalışılır. Oysa İslam"ın yenileme (tecdit) etkinliği, bunun tam tersinedir. Yenileme, dine bulaşmış olan bidatleri ondan arındırma işleminin adıdır.

Sovyetler Birliği"nin Rusya"sı işbu yenileme etkinliğini gerçekleştiremediği için tarihe gömüldü. 1970"li, 80"li yıllarının Rusya"sını yönetenler, 1917"nin ve ardından 1920"lerin ve devam eden yılların koşullarını savunmak ve dayatmak istiyordu. Ama yeni koşullar o arzuyu taşıyanları da, ülkenin yerleşmiş olduğu sanılan düzenini de tepetaklak etti.

1930"lu yıllar söyleminin getirdiği, ilkokul çocuklarına yıllar boyu söyletilen, şovence, ırkçı ANT bilinmeli ki, 80 yıl öncesinde kaldı. Bu günün yaşını başını almış, saçı sakalı ağarmış kadınlı erkekli bir bölük insanın, ilkokul çocuklarına özgü o söylemi yinelemeye heves etmesi, onlar adına insanın üstünde hazin bir yetersizlik duygusu uyandırıyor. Burada iflah olmaz bir tıkanmışlık örneği söz konusu... Demek ki, faşizan hevesler kimilerinin genlerine işlemiş. Hazin bir durum değil mi bu?

Başa dönersek, hâlâ 1920"li, 30"lu yıllara tutunma hevesini mi taşımalıyız, yoksa onu aşma cehdinde mi olmalıyız? İşte bütün mesele...

10 yıl önce
30"lara mı tutunmalı, onu aşmaya mı çalışmalı?
Kusura bakmayın paşam ama siz de biraz safsınız
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…