|
Bir nekahat hediyesi: Yedi İklim

Üç ayrı hastalığımın aynı anda nekahatini geçirmekte olduğum şu sırada, Yedi İklim dergisinin bu satırların yazarına ayırdığı Şubat-Mart 1999 tarihli nüshası, fakir için paha biçilmez bir hediye yerine geçmiştir. Geçtiğimiz yıldan bu yana Ali Haydar Haksal''ın böyle bir hazırlık içinde bulunduğunu biliyordum. Benden de katkı istedi, ama ben ne yapabilirdim ki! Ama o, bir başka vesileyle benimle yaptığı konuşmayı da derginin sayfalarına almış.

Dergiyi henüz okuyamadım, üstünkörü göz attım; daha çok da seyrettim, diyebilirim. Ama okuyacağım elbet. Bende böyle oluyor: değer verdiğim bir yazının, bir kitabın okunmasını erteliyorum, çünkü onu okumaya özel bir zaman ayırmam gerektiğini, iki arada bir derede okumayla geçiştirilen bir okumanın değer verilen nesneye saygısızlık olacağını düşünüyorum. Şimdi bu durumu, Yedi İklim''in bu sayısı için yaşıyorum.

Ama bu vesileyle benim için yazarlığın anlamının neler çağrıştırdığını bir kez daha düşünme fırsatı oldu. Ben, çoğu kimse gibi, yazmaya "yazma bilinci"ni edinmiş olarak başlamadım. Beni yazmaya iten sebep tümüyle yazı dışı bir olaydan kaynaklandı. Başka vesilelerle de tekrarlamış olduğum gibi, bir arkadaşımın yazmasına yol açma gayreti, beni yazı yazmaya sevketti. O vesile zuhur etmemiş olsaydı gene de yazar mıydım, bir şey diyemem. Çünkü bu olaydan bir yıl kadar önce, ikiz kardeşim Alaeddin ile bir arkadaşı birlikte bir roman yazma işine girişmişler, o girişime benim de ortak olmamı istemişlerdi. Ama o zaman o işe yönelme hususunda içimde ufacık bir heves bile oluşmamıştı. Ancak şimdiki durum farklıydı: şimdi yazmaya başlamıştım ama, bunun sebebi bir şey yazmış olmak değil, fakat o arkadaşımın yazmayı sürdürmesini sağlamaktı, sırf bunun için yazmaya yönelmiştim. Çünkü ben yazdığım takdirde yazacağını söylüyordu o arkadaşım. Ben de onun yazmasına yol açılsın diye yazıyordum.

Ama bu yazma işi gide gide ciddiye biniyordu. Söylediğim olayın üzerinden geçen birkaç aylık bir süre içinde, Türkiye''de çıkan hemen bütün edebiyat dergileriyle ilişki kurmuş, onlara abone olmak suretiyle edinmeye başlamıştık. Aralarından seçtiğimiz bazılarına da yazdığımız öyküleri yayınlanmak üzere gönderiyorduk. Gönderdiğimiz onlarca öyküden ancak birkaçı oralarda yayınlanmaya değer bulunmuştu, geri kalanı da şurda burda kaybolup gitmişti. Benim tahminin, bu yoldan, hiç olmazsa 150 civarında öykümün kaybolduğu istikametindedir. O sıralarda (1956-58) el yazısıyla yazıp gönderdiğimizden, yazıların ikinci bir nüshası da elimizde bulunmuyordu. Fotokopi de ya henüz icat edilmemişti veya biz bilmiyorduk.

Ha, niye yazıyordum? Meselenin kişisel yanı bir yana.. şunu hissediyordum: bu öyküyü ben yazmasam, başka kimse yazmayacak. Peki o öykünün yazılmasını zorunlu kılan bir sebep var mıydı? Onun zorunluluğu dış etkenlerle belirlenebilecek bir nitelik taşımıyor(du). O zorunluluğu, insan, kendi kendine hissediyor. Yazılmadığı takdirde kimse kimseyi silah zoruyla yazmaya icbar etmiyor. Bu, bir bakıma insana, dünyaya gelmek zorunda mıydın, diye sormaya benziyor.

O tarihten bu yana yıllar geçmiş. Ama ben kendimi hâlâ işin başında ve işin acemisi gördüğümü itiraf etmeliyim. Sanıyorum, hiç bir zaman da kendimi olmuş ve olgunlaşmış olarak göremeyeceğim. Hep acemi, hep yolun başında.. bizim yapımız da böyle demek.

Yedi İklim''de, bize değer atfederek, bizi öyle sayarak veya sanarak hakkımızda yazan bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Derginin kapağında şu adlar yer alıyor: Arif Ay, Hasan Aycın, Seyfettin Ünlü, Ali Haydar Haksal, Alim Kahraman, Murat Çeşme, Nazif Gürdoğan, Mehmet Kahraman, İsmet Tokgöz, Cemal Şakar, Necip Tosun, Osman Sarı, Hüseyin Yorulmaz, Ahmet Albayrak, Adem Turan, İlyas Dirin, Ali Göçer, Mihriban İnan Karatepe, Şaban Sağlık, Kemal Kahraman, Ahmet Sait Akçay, Suavi Kemal Yazgıç, Vedat Aydın, Osman Bayraktar, M.Asım Gültekin, Cihan Arınç, Remzi Matur, Dilek Aslaner, Selvigül Kandoğmuş Şahin, Sevil Tepe. Bu arkadaşların arasında kadim dostlarım bulunduğu gibi, belki dünya gözüyle birbirimizi hiç görmediklerimiz de var. Hepsi sağ olsun, var olsun.. Dergiyi okudukça, üzerinde durmamız veya açıklama getirmemiz gereken hususlara rastlarsak, onların üzerinde ayrıca durabiliriz. Başta Ali Haydar Haksal''ın, Nazif Gürdoğan''ın, Osman Bayraktar''ın kadirşinaslıkları ve gayretleri olmasaydı, böyle bir derginin çıkmayacağını bildiğimi de söylemeliyim.


25 yıl önce
Bir nekahat hediyesi: Yedi İklim
"Elite Model" kepazeliği ve RTÜK
Fars emperyalizmi ve Şiî yayılmacılığı-2
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti