|
Cumhurbaşkanlığı sofrasında
Geçtiğimiz Salı günü (18 Ağustos) Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın öğle yemeğine davetliydik.

Bazılarıyla hukukumuz olan dostlarımızla aynı sofrada buluşmuş olduk. Sayın Cumhurbaşkanı'na bizi bu dostlarla buluşturduğu için sırası gelince şükranlarımızı iletmeyi de borç bildik.

Şevket Eygi'yle, Vehbi Dinçerler'le, Hasan Celal Güzel'le, ihsan Süreyya Sırma'yla, Hasan Aksay'la, Kadir Mısıroğlu'yla, Yavuz Bahadıroğlu'yla, Mesut Uçakan'la uzun zamandır görüşemiyorduk. Kendilerini gıyaben tanıdığım değerli hattat Hasan Çelebi ve değerli yazar Ertuğrul Düzdağ ile de bu münasebetle tanışmış olduk.

Toplantı “Milli Mirasımız ve Gelecek Tasavvurumuz” teması çevresinde oluşturulmuştu. Böyle de olsa konuklara istedikleri konuya değinme rahatlığı sağlandı.

Sayın Cumhurbaşkanı sağından başlayarak herkese bir konuşma fırsatı verdi. Söz alanlar yaklaşık 10-15 dakika kadar konuştu. Cumhurbaşkanı konuşmaları dikkatle not aldı. Yer yer sorularıyla konuşmacının fikirlerinin açılmasını sağladı.

Belirli bir gündem olmadığı için davetliler kendilerine göre önem verdikleri konuyu öne çıkaran hasbıhalde bulundular.

Bana söz verildiğinde, ülke sorunlarını hukuk, idare, iç siyaset, dış siyaset başlıkları altında toparlanabileceğini ifade ettikten sonra, ağırlıklı olarak dış siyaset konusu üzerinde yoğunlaşmaya çalıştım. Terör olayının da temelde dış siyaset başlığı altında değerlendirilmesi gerektiğini vurguladım.

Terör konusunu bir dış siyaset konusu olarak değerlendirdiğimi söylüyorum; çünkü olay salt iç dinamiklerle açıklanabilecek bir nitelik taşımıyor. Olaya böyle baktığımızda, soru, karşımıza kuklalarla mı yoksa kuklacılarla mı uğraşmamız gerektiği biçiminde çıkıyor. PKK olsun, IŞİD olsun, öteki terör örgütleri olsun, bağımsız bir tüzel kişiliği mi temsil ediyor, yoksa ipleri başkalarının elinde bulunan kuklalar olarak mı görünüyor? Eğer bu örgütleri birer kukla olarak görüyorsak, bu durumda, kuklayla değil, fakat kuklacıyla uğraşılması gereği ortaya çıkıyor. Olaya düz mantıkla değil, fakat karşıtlık (antagonizma) mantığı açısından bakılması gerektiğini önermek istiyorum. Karşıtlık, ama aynı zamanda çelişkiyi aşmanın üstesinden gelen mantık... Eğer kimseye bir şey vermeden kimseden bir şey talep edemeyeceğimiz gerçeğine akıl erdirebilirsek, bu örgütlerin ipini elinde tutan güçlerle nasıl baş edilebileceğinin yolunu da açmayı başarabiliriz. Bir şey vermek illa maddi bir şey, maddi bir nesne verme anlamını tazammun etmemeli: Türkiye'nin dostluğunu (himaye kanadını) açmak da bu lütuf çerçevesinde değerlendirilebilmelidir.

Türkiye'nin dış politikasındaki radikal değişim 2009'da “One minute!” restinin çekilmesiyle başlamıştır. Hiçbir şey geri getirilemez. Tarihte tekerrür yoktur. Bunun bilincinde olarak ve fakat yeni koşullardaki yeni oluşumları da dikkate alarak reel bir politika oluşturmak mümkündür. Ben şahsen inanıyorum ki, bizim ABD'ye olan ihtiyacımızdan daha fazla ABD'nin Türkiye'nin dostluğuna ihtiyacı var. Uluslararası platformda bu avantajımızı kullanmaktan niçin kaçınalım?

Sofrada, özü bu olan fikirlerimi ifadeye çalıştım. Hazırûnun dikkatle dinlemesinden memnun oldum.

Burada, davetinden dolayı Sayın Cumhurbaşkanı'na bir kere daha aleni şükranlarımı sunmak isterim.
#Şevket Eyg
#Hasan Celal Güzel
#Hasan Aksay
9 yıl önce
Cumhurbaşkanlığı sofrasında
WhatsApp dini ya da hannas’ın vesvesesi
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…