|
Evrene uzanan sesin yankısı

Treni sevdim mi, bilemem. Tren benim için hem ürkütücü, hem dost bir araçtır. Onun dışardan görünüşüyle içi birbirine zıttır. Dışından ürkütücü, kükreyen, insanı yutacakmışçasına sesler çıkartan bu alamet mahlûk içine girdiğinizde mülayim, sevecen, okşayıcı, sıcak, yumuşacık bir havaya bürünür. Çocuk ağzında onun sesi her ne kadar “çuh! çuh!” diye ünlendirilse de, bu sesin benim kulağımdaki yankısı “vahaa, huu.. hohaa, hoo..” biçimindedir. Bu ses, pek mülayim ve sevecen duygular uyandırmaz.. kükreyen bir aslanın tehdit edici imgesi canlanır kafamda.. elbette şimdiki elektrikli trenlerden bahsetmediğim belli. Bildiğimiz o kömürlü kara trenler benim aklımda tuttuğum ve tren dediğim alamet.. bugünün trenlerinde eski trenlerin vakur, mehabetli, heybetli, ürkütücü hali yok. Şimdiki trenler evcildir. Şimdiki trenler aslında bir tür oyuncaktır. Rayından çıktığında onu elinle tutup kaldırabilir, rayına elinle yerleştirebilirsin. Üstat Bediüzzaman''ın, bir metnini hatırlıyorum. Zaloğlu Rüstem gibi bahadırlığı ile maruf bir kahramanı bile, diyordu, şimdi getirip bir tünelin ağzına koysanız, treni hiç görmemiş ve hakkında hiçbir bilgisi olmayan bu cesur, deliduman kişi, tünelin ucundan, ağzından dumanlar salarak etrafına kıvılcımlar saçarak birden çıkan o kara alamet hayvanı görünce herhalde tabanları kaldırırdı…

İnsanın üzerinde böylesi korkutucu etki uyandıran trenin tehlikesinin çevreye ulaşmayacağına ilişkin biricik güvence, onun yolunun rayla kısıtlanmış olmasındandır. Bilirsiniz ki, bu hayvan ne kadar öfkeli olursa olsun, ancak ve ancak rayla belirlenmiş sınırla mukayyettir, onun dışına çıkamaz. Ne kadar tehditkar sesler çıkartırsa çıkartsın rayından fırlayıp saldıramaz. Örneğin bir otomobilin manevra yeteneği yoktur onda.

Tren böylece hem mutluluk uyandırır, hem kaygı aşılar.. can sıkıntısı da uyandırır, helecan atağı da..

Tren yolculukları ve tren yolcuları istikrarlı görünür, ama uzun yolu göze aldıklarından maceracı da sayılır..

Tren..

Yani Narlı, yani Yolçatı.. oradan Malatya''ya da yol bulursun, her yere de..

Eloğlu..

Adana.. Konya..

Afyonkarahisar.. Eskişehir.. Bilecik..

İzmit.. ve birdenbire:

Haydarpaşa!

Deniz alıştıra alıştıra yaklaşır.. rayların hemen dibindedir, sonra minik tepelerin ardından yiter, yeniden görünür.. deniz tuhaf bir çılgınlıktır.. baş döndürücü bir enginlik ve güzelliktir..

Gözüne kömür parçası kaçmış bir çocuğun gözyaşıdır bu tren..

Bir bağcıktır..

Eloğlu üstünden Haydarpaşa''ya uzanır..

Keder, özlem ve kavuşma sevincidir..

Bütün bunlar yitip gitti: ben, hızı severim, bineğin hızlı olanını da, böylece hızlı treni de.. ama kömürlü trenin kalbimize çökerttiği keder duygusunu da severim. Hız, bu kederin ve hüznün üstüne bindirilmiş olmalıdır. Yoksa sılaya duyulan iştiyakı nasıl yaşayabilirsin ve sıla iştiyakını yaşamadan gariplik duygusunu nasıl yakalarsın? İnsan bütün bunları ağır ağır ve tadını çıkararak yaşamalıdır.. havai fişeğin bir anda patlayıp dağılan renk cümbüşünde bir derinlik, bir keder, bir melal yakalanabilir mi? Bu duyguları yakalayamadan elde ettiğin saadetin ırası yüzeysel, kandırıcı, hafifmeşrep bir duygu olmaz mı?

Trenle menzile ulaştığında, onun çıkardığı yorgunluk sedasının boşluğa saldığı o “ooofff” sesi yok mu, ben, işte asıl o of''a meftunum, tren yolculuğunu o sesi işitmek için tercih ederim desem yeridir. Başlangıçtaki o “hohaa, hoo..”nun yüreğe saldığı kudretli atılım, bu son oflamayla huzurlu bir soluklanmaya geçer…

16 yıl önce
Evrene uzanan sesin yankısı
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset