|
Hastalık ve bilgelik

Hastalığın gövde üstünde etkisi olduğu gibi, sanıyorum kafa üstünde de etkisi var. İşte cesaret gerektiren bir iddia: hastalık, insanı bilge kılıyor! Nedir bilgelik? Bilgelik, bilgi ile ilgili bir olgu ama her bilgili olana bilge demediğimize göre; bilge, bilgin olmaktan farklı bir gerçekliği dile getirmeli. Bilge kişi, bilgisini hayat karşısındaki tutumuyla ortaya koyuyor olmalıdır. Onun hayat hakkında bir telakki tarzı var bulunmalıdır ve bilgelik bu telakkinin içinde gizli bulunuyor olsa gerektir. Bu telakki tarzı, kişiyi, hayat karşısında, başka insanlar karşısında olgun, hoşgörülü, anlayışlı ve belki başkalarının kabule yanaşmadıkları bazı şeyleri kabul edebilir hale getirmektedir. (Bütün bu söylediklerimin nasıl temellendirilebileceğini bildiğimi söyleyemem, ama ancak söyleyebileceklerimi söyleyebildiğimi bildiğimi ileri sürebilirim!).

İmdi nasıl oluyor da hastalık kişiyi bilge kılıyor? Sanıyorum, insan, sağlıklı zamanlarında haiz olmadığı bir duyarlığa ulaşıyor. İnsanın, sağlıklı zamanlarında ölüm ve hastalık hakkındaki mülahazaları, sağlıklı bir insandan sadır olmuş mülahazalardır: sağlıklı zamanlardaki mülahazaların, hastalıkla ve ölümle bire bir irtibatı olduğunu söyleyemeyiz. Hastalık halindeyse, gerek hastalıkla, gerek ölümle ilgili mülahazalarımız, doğrudan-bizim yaşantımızın içinden fışkırıp çıkıyor: hastalıkla ve bilhassa ölümle ilişki kurulmuş oluyor. Gövdenin ısısı otuzdokuz dereceyi aşmaya başladıktan sonra, insan belki de hayatın farklı bir aferiyle ilişkiye geçiyor. Sağlıklı zamanlarda önemsenen bazı şeyler önemini yitiriyor, buna mukabil önemsenmeyen şeylerin önem kazandığı görülüyor. Bilhassa hayat, hayatın kendisi, bu demektir ki, bu dünyada bir var olan olarak var bulunuşumuz, kendine göre bir anlam ve değer kazanıyor. Hasta o anda diyor ki: "Acaba şu fani dünyada insanın hayatından dahi değerli olabilecek veya öyle kabul edilebilecek bir başka değer var mıdır?" Ve hasta, sorduğu sorunun cevabını duraksamadan veriyor: "Hayır, diyor, şu fani dünyada, insanın hayatına denk düşebilecek başka bir değer yoktur: var olduğu söylenen başka her türlü değer, ancak insanın hayatta bulunmuş olmasıyla bir değer kazanır." Ama bu sözler yanlış anlaşılmaya müsait: bu sözler, hayatın somut olarak mübadele edilebilir bir değer olmadığını (mübadele edilemezliğini) dile getirdiği ölçüde doğru sayılmalıdır. Böylece hayatın mübadele edilemez olduğunu kabul ediyoruz. Ve olanlar bundan sonra oluyor: insan, bir anda, başka hiç bir şeyle değişemeyeceğini düşündüğü hayatın, aslında, bu dünyaya pamuk ipliğiyle bağlanmış olduğunu görüyor. Hatta o kadar bile değil, çünkü pamuk ipliği bile, bu dünyaya-ilişkin bir materyaldir. İnsanı, hayata bağlayan, şu dakikada onbeş defa alıp verdiğimiz nefestir! Bir kerecik bile olsa onun tutulması bir hayatı söndürmeye yetiyor. Ve öyleyse, hayat denilen şey, aslında öyle fazla değerli bir şey de sayılmaya değmez olmalıdır. Hayat, kendisine bunca değer verilmesine rağmen, hakkında bilgi sahibi olmadığımız ölüm karşısında aczini ilân ve itiraf etmek zorundadır.

Hayatla ve ölümle hesaplaşan hasta, sonunda, bilgelik denilen kavrayış düzeyine ulaşıyor ve orada hayata: "Hoş geldin, hayat!" dediği gibi, ölüme de gülümsüyor, ona da: "Hoş geldin, ölüm!" diyebiliyor. Hayat ve ölüm, aynı düzlemde yerlerine konuyor.


25 yıl önce
Hastalık ve bilgelik
“Ayı kucaklaması” sonuç verecek mi?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?