Annemi kaybettiğim gün bu söz bile anlamını yitirdi.
Hayatta kalmak neydi ki?
Hele ki anne kim, çocuk kimdi?
O gün
üstadımızın “
” şiirindeki, “
” dizesinin künhüne vardım.
Bundan 11 yıl mukaddem bir Çarşamba günü
'ta yazmaya başladıktan bir ay sonra annemi kaybetmiştim, lakin yazmayı aksatmamıştım.
Yazmak iyi gelmişti, inşirah buldum, ayakta durdum.
Bu sefer olmadı, bir ayı aşkın süre yazamadım. Zira en yakınım 2 “canım” için hastaneden hastaneye koştum durdum. Bir “canım” çok şükür iyi, diğer “canım” yoğun bakımda. Dua beklerim.
Bu süre zarfında her şeyle irtibatım kesildi. Telefonla, internetle, gazeteyle…
Öyle bir derde duçar oldum ki o dert dünyam oldu. Aynı gezegende yaşamak aynı “dünyada” yaşamak değilmiş, anladım.
Bu öyle bir dünya ki, insanların siyasi düşüncelerinin de sosyal sınıflarının da hiçbir önemi yok.
Misal: kim olursa olsun hasta yakınlarıyla şappadak kaynaşıyor, bin yıllık tanış gibi dertleşiyor, birbirinize yardımcı olmak için öylesine çırpınıyorsunuz ki, anlatamam.
Neyse, daha fazla uzatmayalım, burda keselim.
Bugün günlerden Çarşamba ve 11 yıl öncesinde olduğu gibi: yeniden herkese merhaba.
Onca gün ayrılıktan sonra bir kuru merhabayla geçiştirmek olmaz. Mutat selamımızı çakalım şöyle:
Sağa sola selam, ortaya selam, beylere ağalara, kapıdaki anahtara, kara göze kara kaşa selam, sırdaşa, arkadaşa, demirbaşa, arayana sorana, velhasıl, bilumum okuyuculara selam.
Naçizane yazımıza başlamadan evvel ne olmuş ne bitmiş, şöyle bir taradım.
Şunu gördüm: Gazeteci makulesi için çok velut bir dönemdi; hangi konuya el atsalar salkım saçak…
Gelgelelim, muhalefet yine aynı, hatta daha da geriye gitmiş.
Söylenecek tek söz:
Öyle bir muhalefet anlayışıyla malul hale geldiler ki, hızla biribirine dönüştüler.
Bunlardaki
bir geceliğine
'e zerk etsen sabaha
olarak uyanır
'a zerk etsen
.
Profesyonel Erdoğan düşmanları o kadar biribirine benzemeye başladı ki, bugün Can Dündar'la herhangi bir “The Cemaat” yazarını ayırt etmek imkansız.
Bilmiyorum, belki de “görevlerini” yapıyorlar. “Görevleri” aynı olunca haliyle farksızlaşıyorlar.
Gel de şimdi
'ın şu sözlerini hatırlama: “
”
Malumunuz, 1 Kasım seçimleri bu aydınların “restorasyon” hayallerini suya düşürdü; hendeklere gömüldükleri için PKK'dan da umudu kestiler. Ekonomik kriz de bir türlü çıkmadı. Aksine, birçok Avrupa ülkesini imrendirecek denli “büyüme hızı” devam ediyor.
Geriye ne kaldı?
İki şey:
. Bunun için de
cesaretlendirmek, bazı
da pohpohlayıp ileri sürmek…
Lakin olmadı, olmaz.
Olmadığı gibi, Erdoğan'ın liderliğinin daha da pekişmesine neden oldu.
Tabiri caizse, yedi düvel Erdoğan'a vuracak, sen de erketede bekleyip aradan sıyrılacak, “lider” olacaksın. Canlarım benim ya, sizi kim nerede güzelleştirdi böyle?!
Tek umutları kaldı: Darbe.
, “
” söyledi ya, umutları daha da arttı.
'nin
'ta başına çuval geçirdiği ve “
” kumpas kurduğu Türk ordusu sipariş üzerine darbe yapacak, beklentileri bu!
Olacak şey değil, ama sonuna kadar zorlayacaklar.
Hiçbir şey başaramazlarsa,
yüzünden milletle ordu arasında açılan yaraların kabuk bağladığı, dahası, milletle ordunun kaynaştığı bu döneme fitne sokmaya çalışacaklar.
, sosyal medya cengaverlerine, kendisini destekleyen medyaya veya
'teki aritmetiğe sürgit güvenerek bu hayasız akını püskürtemez.
İçerde, milli birlik ve seferberlik şart…
Dünya görüşü ne olursa olsun
diyenleri alabildiğine kuşatacak bir söylem geliştirmek zorunda.
Dışarda da müttefikleri artırmaktan başka çare yok.
Bu köşede en son yazdığım yazılardan birinde şöyle demiştim.
'yla ilişkilerimizi behemehal düzeltmek zorundayız.