|
AKP’li fırıldakların fitnesi işe yaramayınca buna sarıldılar
Merhum
Cemil Meriç
'in “
Bir Dünyanın Eşiğinde
” kitabında okuduğum bir dize orta mektep yıllarından hafızama kazınmıştı: “
Birbirini gerçekten seven iki kişiden biri ölürse eğer, gerçekte ölen hayatta kalandır…


Annemi kaybettiğim gün bu söz bile anlamını yitirdi.



Hayatta kalmak neydi ki?



Hele ki anne kim, çocuk kimdi?



O gün

Sezai Karakoç

üstadımızın “

Anneler ve Çocuklar

” şiirindeki, “

Anne ölünce çocuk / Çocuk ölünce anne

” dizesinin künhüne vardım.



Bundan 11 yıl mukaddem bir Çarşamba günü

Yeni Şafak

'ta yazmaya başladıktan bir ay sonra annemi kaybetmiştim, lakin yazmayı aksatmamıştım.



Yazmak iyi gelmişti, inşirah buldum, ayakta durdum.



Bu sefer olmadı, bir ayı aşkın süre yazamadım. Zira en yakınım 2 “canım” için hastaneden hastaneye koştum durdum. Bir “canım” çok şükür iyi, diğer “canım” yoğun bakımda. Dua beklerim.



Bu süre zarfında her şeyle irtibatım kesildi. Telefonla, internetle, gazeteyle…



Öyle bir derde duçar oldum ki o dert dünyam oldu. Aynı gezegende yaşamak aynı “dünyada” yaşamak değilmiş, anladım.



Bu öyle bir dünya ki, insanların siyasi düşüncelerinin de sosyal sınıflarının da hiçbir önemi yok.



Misal: kim olursa olsun hasta yakınlarıyla şappadak kaynaşıyor, bin yıllık tanış gibi dertleşiyor, birbirinize yardımcı olmak için öylesine çırpınıyorsunuz ki, anlatamam.



Neyse, daha fazla uzatmayalım, burda keselim.



Bugün günlerden Çarşamba ve 11 yıl öncesinde olduğu gibi: yeniden herkese merhaba.



Onca gün ayrılıktan sonra bir kuru merhabayla geçiştirmek olmaz. Mutat selamımızı çakalım şöyle:



Sağa sola selam, ortaya selam, beylere ağalara, kapıdaki anahtara, kara göze kara kaşa selam, sırdaşa, arkadaşa, demirbaşa, arayana sorana, velhasıl, bilumum okuyuculara selam.



Naçizane yazımıza başlamadan evvel ne olmuş ne bitmiş, şöyle bir taradım.



Şunu gördüm: Gazeteci makulesi için çok velut bir dönemdi; hangi konuya el atsalar salkım saçak…



Gelgelelim, muhalefet yine aynı, hatta daha da geriye gitmiş.



Söylenecek tek söz:

Muhalefetiniz batsın!


Öyle bir muhalefet anlayışıyla malul hale geldiler ki, hızla biribirine dönüştüler.



Bunlardaki

Erdoğan ve AK Parti düşmanlığını

bir geceliğine

Heidegger

'e zerk etsen sabaha

Atilla Taş

olarak uyanır

; Kant

'a zerk etsen

Çalışkan Koray

.



Profesyonel Erdoğan düşmanları o kadar biribirine benzemeye başladı ki, bugün Can Dündar'la herhangi bir “The Cemaat” yazarını ayırt etmek imkansız.



Bilmiyorum, belki de “görevlerini” yapıyorlar. “Görevleri” aynı olunca haliyle farksızlaşıyorlar.



Gel de şimdi

Attila İlhan

'ın şu sözlerini hatırlama: “

Türkiye'de bir hain kontenjanı var, bu nüfusun yüzde 10'udur… Türk aydını dediğimiz kişi, batının manevi ajanıdır… Şimdi aydınlar haysiyetten önce banka hesabına dikkat ediyor…



Malumunuz, 1 Kasım seçimleri bu aydınların “restorasyon” hayallerini suya düşürdü; hendeklere gömüldükleri için PKK'dan da umudu kestiler. Ekonomik kriz de bir türlü çıkmadı. Aksine, birçok Avrupa ülkesini imrendirecek denli “büyüme hızı” devam ediyor.



Geriye ne kaldı?



İki şey:

Biri, AK Parti içinde fitne çıkartmak

. Bunun için de

AK Partili fırıldakları

cesaretlendirmek, bazı

gevşek karakterli insanları

da pohpohlayıp ileri sürmek…



Lakin olmadı, olmaz.



Olmadığı gibi, Erdoğan'ın liderliğinin daha da pekişmesine neden oldu.



Ş
unu unutuyorlar: Lider dediğin seralarda veya
karanlık odalarda yetişmez.


Tabiri caizse, yedi düvel Erdoğan'a vuracak, sen de erketede bekleyip aradan sıyrılacak, “lider” olacaksın. Canlarım benim ya, sizi kim nerede güzelleştirdi böyle?!



Tek umutları kaldı: Darbe.



Michael Rubin

, “

Türkiye'de darbe olması durumunda ABD'nin darbecilerle çalışmaya devam edeceğini

” söyledi ya, umutları daha da arttı.



ABD

'nin

Irak

'ta başına çuval geçirdiği ve “

paralel örgütüyle

” kumpas kurduğu Türk ordusu sipariş üzerine darbe yapacak, beklentileri bu!



Olacak şey değil, ama sonuna kadar zorlayacaklar.



Hiçbir şey başaramazlarsa,

28 Şubat darbesi

yüzünden milletle ordu arasında açılan yaraların kabuk bağladığı, dahası, milletle ordunun kaynaştığı bu döneme fitne sokmaya çalışacaklar.



AK Parti

, sosyal medya cengaverlerine, kendisini destekleyen medyaya veya

Meclis

'teki aritmetiğe sürgit güvenerek bu hayasız akını püskürtemez.



İçerde, milli birlik ve seferberlik şart…



Dünya görüşü ne olursa olsun

önce vatan

diyenleri alabildiğine kuşatacak bir söylem geliştirmek zorunda.



Dışarda da müttefikleri artırmaktan başka çare yok.



Bu köşede en son yazdığım yazılardan birinde şöyle demiştim.

Ş
ayet, Türkiye'nin güvenliği ve istikbali, Rusya ile ilişkilerimizi behemehal düzeltip
İ
ran'la sağlıklı
diyalog kurmaktan geçiyorsa neden bundan sakınalım ki
?..”


Rusya

'yla ilişkilerimizi behemehal düzeltmek zorundayız.




#Bir Dünyanın Eşiğinde
#cemil meriç
#28 Şubat darbesi
#rusya türkiye
#Anneler ve Çocuklar
8 yıl önce
AKP’li fırıldakların fitnesi işe yaramayınca buna sarıldılar
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’