|
Bir Ertuğrul Özkök klasiği daha!

Ertuğrul Özkök ‘alışılması’ gerçekten de zor bir yazar.Şaşırtıcı yaklaşımları,karmaşık anlatımı olduğu için değil elbet.Nihayetinde,tipik bir ‘orta yolcu’ ve genellikle de ‘ortopedik’ yaklaşımları olan bir insan evladı.İşin içine Amerika,Ortadoğu,savaş gibi mevzular girince biraz ‘dağıtıyor’,hepsi bu.Bir de ‘puslu zamanlarda’ demokrat kalabilmeyi pek beceremiyor.

O halde neden ‘alışmakta’ güçlük çekiyoruz?

Halbuki şarap zevkini,müzik beğenisini, “güvendiği emekli bir komutandan” yorum aktarma ‘tekniğini’,Sharon Stone ilgisini,sosyoloji ‘bilgisini’ ezbere biliyoruz.

Irak’ta beyaz bayrak çektiği halde öldürülen askerleri suçlayıp,işgalcileri masum gösterdiğini bildiğimiz için de,Kana’da emzikli çocukları katleden İsrail’i değil,çocukları öne sürdüğünü söylediği Hizbullah’ı mahkum etme gayretine hiç şaşırmıyoruz.

28 Şubat’ı “bir halk hareketi” olarak değerlendirmekten pişman olmadığı için de andıç özrünü hiç mi hiç inandırıcı bulmuyoruz.

Demem o ki,her yazdığı kendisinden beklenilene uygun olduğu halde niçin hemen hemen her yazısına,(Nişantaşı zıpırları gibi söylersek) “Nasıl yani abi ya ” oluyoruz?

Bence ‘tarzı’ yüzünden.Hani,bazı kaynanalar vardır;akşama kadar gelinini çekiştirerek oğlunun başının etini yer.Sonra da kendisi yüzünden gelinine zılgıt çeken oğluna ‘tatsızlık’ yaşanmasına gönlü razı olmayacağını falan söyler.(Saftirik gelin de bu ‘müşfik’ tutumuna kanarak kayınvalidesine içini döker.Halbuki dert yandığı,derdin kaynağıdır.) ‘Tarz’ dediğim böyle ‘rahatsız’ bir tutum işte.

Diyelim ki iki kişi kavga ediyor.’Barış ve sevi insanı’ Ertuğrul Özkök bir ‘cemaat adamı’ edasıyla araya girmekte gecikmez.Kavgada hırpalanmasını istediğine alttan alta çalışır; ayağına basar.Canı yanan adama da ‘rövanşist’ duygulara kapılmaması konusunda uyarıda bulunmayı ihmal etmez.Ayrıca, ‘yatıştırıcı’ özelliği ile kapı önündeki ayakkabılardan veya bir bardak rakıdan ‘gerilim’ devşirme yeteneğinin iç içe olması nevi şahsına münhasır bir durumdur.

Hokkabaz bir emlakçı,kenefinden Boğaz’ı rahatlıkla görebileceğini söylediği daireyi sattığı müşterisi, “Kardeşim sen bana yanlış yer sattın,burası görse görse Haliç görüyor” diye itiraz edince kaçacak delik arar.Oysa Ertuğrul Özkök’ün bu durumda bile cevabı hazırdır: “Kardeşim her şeyi tartışmaktan çekinmeyelim.Unutmayalım ki,Boğaz da senin evini görmüyor.” Budur!

Bilgi eksikliğini tezviratla gidermekten imtina etmeyen,kendi ‘uydurduğuna’ da yeri geldiğinde aslanlar gibi muhalefet yapan,Lichtenberg’in ifadesiyle, “eski deliklerden yeni bakışlar” fırlatmakta mahir,hakikatin ‘gücüne’,güçlünün ‘hakikatini’ yeğleyen Özkök’ün ‘tarzına’ alışmamıza engel olan,hep kendisini takdir makamında görmesinden kaynaklanıyor bence.

Yeni Şafak gazetesinin Didim’de gerçekleştirdiği “arama toplantısı”nı ele aldığı yazısı, o tuhaf ‘tarzına’ çarpıcı bir örnek.Neresine el atsan elinde kalacak kadar tutarsız bir yazı yani.

“Dinci gazete nitelemesi” ,Yeni Şafak gazetesinin kafasında “soru işareti” oluşturuyormuş! Yahu ‘soru’ kim,’işaret’ ne?Gazete şöyle dursun,yeryüzünde bu müstekreh ‘nitelemeye’ razı olabilecek bir tek insan var mıdır?

Hele “fotoğraf tahlili” yaptığını sandığı satırlar tam ibretlik.Mayo,sakal,blucin,türban kelimelerinin yer aldığı bir acayip ‘yaklaşım’.Bay Ertuğrul hangi fotoğrafa bakıyor?Afrika’da yaşayan bir kabile fotoğrafına mı?

O baktığın fotoğrafta Türk edebiyatının en nitelikli öykülerine imza atan bir düşün ve sanat adamı Rasim Özdenören,dünya çapında saygın bir İslam alimi olan Prof. Hayrettin Karaman,mezkur yazında “açık fikirli ve iyi bir gazetecidir” dediğin Mustafa Karaalioğlu var.Tamam,baştan beri anlatmaya çalıştığım o tuhaf ‘tarzını’ yansıtmışsın ama yine de ayıp diye bir şey var.

”Şafak bekçileri (Halit Refiğ’in aynı adlı filmi dışında böyle bir deyimi de ilk kez duyuyorum) yerine ‘Şafak işçileri’ deyiminin tercih edilmesinden” hareketle “vizyon” ve “misyon” kavramlarına vurgu yapması beni tam anlamıyla’dumura’ uğrattı. “Dilbilimsel yorum” bu demek! (Kendi payıma aklıma gelseydi önerirdim.”Şafak bekçisi” olarak, “bitsen de gitsek” babından gün sayardım)

Türkiye’nin en “misyoner” gazetesinin genel yayın yönetmeni elbette misyonsuz vizyonun olamayacağını bilir bilmesine de,’tarzı’ bu,boşuna diller dökmüyoruz burada.

Bir başka gazetenin toplantısının amacına varıp varmadığı konusunda hüküm verebilecek kadar nezaketsiz birinin, “inanç hassasiyetlerinden” önce sıradan görgü kurallarını öğrenmeye ihtiyacı var.

18 yıl önce
Bir Ertuğrul Özkök klasiği daha!
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset