|
Cami avlusundan sadece bebekleri mi alırlar?

Başlıktaki soru, ilk bölümü Salı akşamı yayınlanan Star TV'nin yeni dizisi Anne'den. Sorunun sahibi yedi yaşındaki kız çocuğu, Melek. Anne; Japon dizisi Mother'dan uyarlama bir dizi. Esinlenmeden bahsetmiyorum, Mother'ın 70 dakikalık ilk bölümüne hızlıca göz attım, özellikle göçmen kuşlar ve çöp torbası gibi etkileyiciliği yüksek sahnelere. Diyaloglardan başlayıp kamera açılarına kadar birebir tekrar çekim Anne.



Uyarlama bir diziyi, henüz yayınlanmadan Cannes'da en çok sükse yapan dizi başlığı altında, yurt dışına peynir ekmek gibi satıldı haberleri yapmak yerine; biz, duygusu sağlam, dramatik yönden güçlü, derdi felsefesi olan, kusursuz senaryolar neden yazamıyoruz, neden hikaye üretemiyoruz diye sorgulayan haberler yapılması gerekiyor. Birbirinin kopyası uyarlama dizileri yurt dışına satıyoruz diye daha ne kadar kendimizi kandırmaya devam edeceğiz?



Son zamanlarda yayınlanan dizilerle mukayese edildiğinde ilk bölüm itibariyle oldukça başarılı idi Anne. Görüntü, sanat yönetmenliği, senaryo, oyunculuk her açıdan. Melek'in hikayesine odaklanması, yan karakterler ve hikayelere dair açılımlara gitmemesi, bir derdinin olması, tüm hikayeyi o derdin etrafında anlatması, bir dizinin ilk bölümünden ziyade sinema filmi izlenimi verdi. Devamı olmasa dahi hikaye kendi içinde bir bütünlüğe sahip olduğu için başarılı idi. Orijinali Mother 11 bölümlük bir dizi. Sezonlar boyu devam etmesi planlanan Anne'nin önümüzdeki bölümlerde klişeler eşliğinde tipik Türk dizisi kıvamına gelmesi ihtimal dahilinde.



İlk bölümün tamamen Melek'in hikayesine odaklanması, en dramatik sahnelerde Melek'in olması, gözyaşlarına boğan hikayeye küçük oyuncu Beren'in yüksek performansı ilave edilince, dizinin tüm duygusu yanında başarısı da Beren'in omuzlarına yüklenecek. Çocuk sömürüsünü anlatan bir dizi endişem odur ki yüksek reyting uğruna çocuk sömürüsüne dönüşecek. Bu sebeptendir ki Anne'nin iyi yazılmış ve iyi çekilmiş bir senaryo olduğunu tespit etmemiz gerekiyor öncelikle.



Annelik halleri diye tanımlayabileceğimiz ilk bölümde hem gerçekçi hem inandırıcı bir hikaye vardı karşımızda. Gerçek kişiler gerçek olaylar yer aldığı halde yakın geçmişi anlattığı iddia edilen dizilerin, gerçek olmasına rağmen gerçekçi olmadığı ve inandırıcılıktan uzak olduğu dikkate alınınca; Anne'nin bıçak sırtı bir konuyu ajitasyona kaçmadan hem gerçekçi hem inandırıcı kılması gerçekten alkışlanası bir başarı.



Hikayenin merkezinde ilkokulda geçici memurluk yapan fotoğrafçı Zeynep ile küçük Melek var. Melek'in yaşadığı hayat ajite edilmeden, görsel şiddete başvurulmadan anlatıldığı için de ayrıca takdiri hak ediyor. Sabahları erkenden kalkan, yetişmeyen boyuyla her an düşecekmiş endişesiyle dolaptan tabak alan, çay demlemeye çalışan, dolaptaki çürük elma ile karnını doyurup okula giden bir çocuk Melek. Okulda beslenme saatini kendince eğlenceye çeviren. Pavyonda çalışan annesinin sevgisizliğine ve ilgisizliğine maruz kalırken, erkek arkadaşının şiddetine işkencesine maruz kalan bir çocuk. Hayal dünyasında mutlu, kendince kurtuluşunun peşine düşmüş bir çocuk. Hayatları daha kötüye gitmesin, annesi kendisi yüzünden zarar görmesin düşüncesiyle yaşadıklarını onca ısrara rağmen gizlerken; çözümü bir gazete kupüründe bulan bir çocuk. Cami avlusundan sıcak bir yuvaya haberini en büyük hazinesi olarak saklıyor. Kendini her akşam tavşanı Sakız ile birlikte cami avlusuna bırakıyor bir gören olur diye! Umudunu kaybettiği anda sorduğu cami avlusundan sadece bebekleri mi alırlar sorusu ise Zeynep'le birlikte tüm seyircinin çözüldüğü ve göz yaşlarına boğulduğu andı.



Anne olmakla uzaktan yakından alakası olmayan Şule düşmüş/düşürülmüş bir kadın. Melek'in babası kim, Şule nasıl ve neden erkek arkadaşı tarafından pavyona pazarlanan bir kadın durumuna düşmüş, kızına neden bu kadar duyarsız (henüz) bilmiyoruz. Senaryonun konuya yaklaşımı, ne Şule'yi ne Cengiz'i yargılamaması takdire şayan. Çünkü onları yargılamak senaryonun meselesi olmadığı gibi seyircinin meselesi de değil! Buradaki en büyük dert, sessiz yardım çığlıkları atan Melek gibi çocukları ilk etapta görmeyi ikinci etapta kurtarmayı başarmak.



İnsan ilişkilerinde mesafeli, yalnızlığı tercih eden, duygularıyla arasına mesafe koyduğunu zanneden Zeynep; vicdanla araya mesafe koymanın mümkün olmadığını Melek ile tecrübe etti. Ailesi ile dahi görüşmeyen, kız kardeşinin düğününe gitmek yerine soğuk bir mesaj ile mutluluklar dileyen Zeynep'in, kendimi fazlalık gibi hissettim cümlesiyle evlatlık olduğunu öğrendik. Cinayetten hüküm giyen annesinin beş yaşında bırakıp gitmiş olmasını sindiremediği için annesinden nefret ettiğini de. Annesi büyük ihtimal üvey babasını öldürdüğü için cezaevine girdi. Kurtarmaya çalıştığı Melek ile aynı akıbeti yaşaması muhtemeldi belki annesi o cinayeti işlemese. Zeynep Melek'i kurtarmaya çalışırken kendi çocukluğunu da kurtaracak ve annesine olan duyguları nefretten sevgiye dönüşecek.



Zeynep'i evlatlık edinen kadının avukat olması, kaçarken otogarda karşılaştığı kişinin gazeteci olması ama o ana kadar bu detaydan bahsedilmemesi senaryonun güzel detaylarından. Göçmen kuşları fotoğraflamayı seven Zeynep'in Melek'i alarak başka şehre göç etme teşebbüsü gibi detaylarla nakış nakış işlenmiş bir dizi Anne.



Dizi annelik hallerini sorgulayacak. Annelik bir ruh halidir. Kimisi Şule gibi doğurduğu çocuğa karşı bile çeşitli gerekçelerle duyarsızdır; kimisi Zeynep gibi hiç çocuk doğurmadığı halde annelik hissinden ne kadar istese de uzaklaşamaz.


#Japon dizileri
#Medya
#Senaryo
#Oyunculuk
7 yıl önce
Cami avlusundan sadece bebekleri mi alırlar?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset