|
Mazi hangimizin kalbinde yara değil ki!

Sokakların nabzını başarı ile tutan star haber muhabiri, 12 Eylül darbesinin tarihini sorduğunda sağa sola koşuşun insanlara; yanlış tarihler sağanak şeklinde yağdı cevap olarak. 1980 cevabını duyan genç ''ne bileyim ben o tarihte doğmamıştım ki'' diyerek nüfus cüzdanının gölgesine sığındı. Doğumdan itibaren tanıklık edilerek bilinenler kişisel tarihti halbuki.

Soruya muhatap olanlardan cevabı bilen çıkmadığı gibi, kimse de bilmediği için hayıflanmadı. Yaş, meşguliyet, hayat şartları bilindik bahaneler olarak çarparken kulaklara; rastgele bastığım tuşlarda karşıma çıkan ekranda çocukluğuma yolculuk yaptım. Hüzünlü bir dil, hüzünlü bir atmosfer. Ekrandaki görüntü tüp kuyruğuna aitti. Kuyrukta itilip kakılarak yere düşen çocuğa uzanan yardım eli, dönemin en lüks arabasından inen bir gence aitti.

İnsan bu kadar hızlı geçmişe nasıl gider gelir, tecrübe ettim. Hiç bitmeyen tüp kuyrukları, çıkan kavgalar, yaralanmalar, ölümler. Bugün haline şükreden, iktidardan memnuniyetini dile getirenlerin, kırk yaş üstü insanların şahit olduğu kâbus gibi günler. Babamdan biliyorum ne zaman siyasetten laf açılsa o günleri anlatmaya başlar tüm netliğiyle. Bugünkü memnuniyetin altında geçmişte yaşanan, şimdi düşünüldüğünde imkansız gibi gelen o ''yokluklar'' var.

Ekrana dönersem; genç, çocuğu yerden kaldırdı, arabasına bindirdi ve nerede oturduğunu öğrenerek yola çıktı. Genç dediğim de yirmi yaşında var yok. Otomobil, gecekondu dekorlu yolda güç bela ilerlerken; ilk defa bir arabayı yakından mahallelerinde görmenin şaşkınlığıyla arabanın peşisıra koşan çocuklara bakarken; ''tüp kuyruğundaki çocuğu alacak, alt yapının doğru dürüst olmadığı gecekondusuna kadar götürecek hadi canım'' derken yakaladım iç sesimi.

O kadar bireysel hayatların işgali altında ki ekranlar! Karakterler/kahramanlar sadece aşk, intikam gibi kişisel dertlerinin peşinde! ''Hayatımda ilk defa bu kadar karaktersiz bir karakter oynuyorum'' diyen başrol oyuncusu, yeni başlayan dizisinin tanıtımını yapıyor!

Seyrettiklerimiz değer yargılarımızı değiştiriyor, deforme ediyor, düşünce dünyamızda söz sahibi oluyor dediğim noktada kendim tuzağa düşmüştüm. Bir başkasının derdiyle dertlenen ekrandaki o karakteri yadırgamıştım. Ama farkına varınca iç sesimdeki garipliğin silkinip kendime geldim. Çünkü o ses bana ait değildi gerçekte. Kaçak bir sesti, susturdum ve 1974 yılında geçen burjuva bir aileyi anlatan Mazi Kalbimde Yaradır''ı seyretmeye başladım.

Genç, çocuğu eve götürdüğünde nasıl bir yoksulluk içinde yaşadıklarını görünce içi parçalandı. Yatalak bir baba, kayıp bir abi. İhtiyaçlarını karşılamak için poşetlerle ziyaretine gittiğinde, abisini bulacağına söz verdi küçük arkadaşına. Holding sahibi nüfuzlu babasından talep ettiği yardım, sert bir şekilde geri çevrilince, karakolları tek tek dolaşmaya başladı. Cevapların belirsizliği karşısında sinirleri yıpranınca, dayak yemekten kurtulamadı, sonrada nezarette buldu kendini. Ama hâlâ küçük arkadaşının abisini bulacağına ve onu içerden çıkaracağına dair inancı tamdı.

Cicimli, kuzumlu replikler, radyo tiyatrosu dinleyerek gözyaşı dökmek. ''İlk görüşte aşka inanır mısın, yoksa önünden bir kez daha geçeyim mi'' ile başlayan, imkansız ama naif bir aşk. ''Belki başka türlü buluşsaydık seninle, başka bi takvimde karşılaşsaydık mesela, ikimizinde ismi aşk ihtimaliydi, aşk ihtilaliydi.''

Evin küçük oğlunun siyasileşme süreci yan hikayelerden biri. Ama o dönemi bütün çıplaklığıyla anlatacak kısmı senaryonun, dizinin kalbi. Tabii daha önceki dönem dizilerinin hatasına düşülmez, tarafsız bir şekilde anlatılabilirse.

13 yıl önce
Mazi hangimizin kalbinde yara değil ki!
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti