|

İnsan dünyaya gelmek için anne babaya muhtaç olmayan bir varlık olsaydı ve her insan için sadece kendisine ait bir dünya olsaydı ve insan o dünyada hiç bir varlıkla temas etmeden tek başına yaşayıp ölseydi bu yazıyı yazmakta haksız olurdum.



Çünkü o zaman, hiç bir insanın kaderi yalnızca kendisine ait değildir diyeceğim bu yazının bütün iddiası anlamını kaybederdi.



Ancak hiç bir insanın kaderi yalnızca kendi kaderi değildir, demekte sanırım haklıyım.



Çünkü bir anne babadan dünyaya gelmiş olmakla kendisinden evvelki hemen bütün nesillerle irtibatı olan, yaşadığı dünyayı yalnızca insanlarla değil yaratılmış ne varsa hepsiyle birden paylaşan insanoğlunun kaderi, başkalarının kader çizgileriyle mutlaka kesişiyor, etkiliyor, etkileniyor.



Tek başına bile girift kelimesinin tam karşılığı olan kader, diğer kaderlerle böylesi bir irtibata girdiğinde ortaya çıkan durumu izah için girift tabirinin kaderine kocaman bir acz düşüyor.



Âdemoğlunun yeryüzü macerasının yasak ağacın meyvesiyle başladığını düşündüğünüz vakit, dünyaya gelecek en son insanın dahi dünyaya gönderilen ilk insanın kaderinden pay sahibi olduğunu görmek, sizce de müthiş değil mi?



ÖLMEKLE DE BİTMEZ Kİ


Her birimiz uzaktan yakından temas halinde bulunduğumuz bütün insanların kaderiyle ortak bir başka kaderin de yolcularıyız.



Bir anne vefat etse mesela, bu yalnızca o annenin kaderi mi olur?



Çocukları, kocası, kocasının evleneceği bir başka kadın, eğer varsa onun da çocukları hepsi birden bu ölümle beraber bir başka kader ortaklığının etkileşim sahasına girivermezler mi?



Bu anne araba kullanırken birisini aramak için cep telefonuna uzandığı anki dalgınlıkla yaptığı kaza sonucu ölmüşse, hele bir de Steve Jobs'un kader çizgisiyle bu annenin son nefesinde seneleri bir tek ana indiren bir kesişme yaşanıvermiş olmaz mı?



Jobs da dönüp Aleksandr Graham Bell'i işaret etse ona kim ne diyebilir ki?



İlk arabayı yapan adam ile tekerleğin mucidini hiç hesaba katmayalım bile, bırakalım ortak bir dil bulabilirlerse bu kazadaki paylarını tartışadursunlar.



Ölmekle de bitmez ki kader dediğin.



Vefatından sonra bir insan için yazılanlar, çizilenler, doğru yanlış söylenenler de o insanın kaderi değil midir?



Mihrimah Sultan ve Sinan vefatlarından beş asır sonra bir iftiraya kurban gidiyorlarsa bu onların kaderinin el'an devam ettiğini göstermez mi?



Muhteşem Süleyman'a biri dönüp deseydi ki; senden beş asır sonra bile senin kaderin torunların eliyle tersyüz edilmeye devam edecek, inanır mıydı koca hünkâr?



FARKINDA OLMAK


Bir kaderimiz var, başkalarının kaderi ile sürekli ve her daim kesişmekte olan ve biz onu yaşıyoruz.



Yalnızca insanlar değil üstelik bu irtibatta söz konusu olan.



Parça parça olan bir bardağın kaderi sinirimizden nasibini alır bazen, son nefesini ayaklarımız altında veren bir karıncanın eceli, acelemizden.



Yanındaki tomurcukla dertleşen bir gülün sohbeti, sevgilimizi mutlu edeceğiz diye yarım kalır bazen, bir kedinin yüzündeki yara izi mangal başında kedilerin arasına atıverdiğimiz et parçasından hatıradır.



Kaderimiz temas halinde olduğumuz her bir varlığın kaderi ile her dem kesişmektedir.



Bu kesişme bizi bu muhteşem kudretin sahibi olan Kadir-i Mutlak'a hayran bırakırken, omuzlarımıza da tarifi imkânsız bir sorumluluğu yükler.



Bastığımız toprak, aldığımız nefes, içtiğimiz su, gölgesinde oturduğumuz ağaç, kullandığımız eşya, bazen merhaba ettiğimiz, bazen yüzünü bile görmediğimiz, hatta bizden bin yıl evvel ve bizden bin yıl sonra dünyaya gelmiş yahut gelecek olan her bir insan, her ne varsa hayatımıza dokunan topyekûn hepsi birden, yani yaratılalı beri zaman ve mekân, kendilerinden sorumlu olduğumuz meçhul ve muazzam bir bilmecenin bizi buluşturduğu kader ortaklarımızdır.



Bu idrak ancak nübüvvet tacına mâlik olanların ziyneti, velâyetin zirvesini tatmış gönüllerin temrin harcıdır, diyebilirsiniz. Kabul ederim.



Bu şuur daveti bize hiç mi bir şey söylemesin peki?



İşte onu kabul edemem, edemiyorum.



Hiç olmazsa kaderimizle kaderleri kesişen insanların hukukuna âzamî riayet ve bu riayetten doğan sorumluluğun sürekli farkında olmaya gayret ederek yaşamak boynumuzun borcu değil mi?



KADERİN ÜSTÜNDE BİR KADER VARDIR


Tek başımıza, bir tek bize ait olan bir dünyada yaşamıyoruz.



Anne-babamız, varsa çocuklarımız, akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız, yoluna çıktığımız yolumuza çıkan her bir insan, kendimizle yahut onlarla ilgili herhangi bir şey yaparken, bizim kendilerinden de sorumlu olduğumuz bilinciyle hareket etmemiz gereken kader ortaklarımızdır.



Kendimiz bu sorumluluğun farkında olarak yaşarken, bundan çok daha ötesinde bir dikkat, rikkat, feraset ve basiretle her bir hareketini tanzim etme konumunda bulunanlara da yine aynı ortaklığın bir gereği olarak hiç olmazsa dua etmeli ve onlara nispetle bize düşen sorumluluk payına bakarak halimize hamd etmeliyiz.



Nihayetinde yanlışımız ve doğrumuz bizimle birlikte üç- beş insanın daha kader çizgisine tesir etmekten öte bir kıymet taşımıyor.



Allah, kaderini bütün bir milletin kaderi ile kesiştirdiği kullarına 'kaderin üstünde bir kader vardır' sırrınca, her bir işlerinde feraset ve basiretle doğruyu yanlıştan hak ölçüsüyle ayırt ederek hareket edebilmeyi, o milletin dîn-i mübîn-i İslâm'a yaptığı hizmetler hatırına, o milletten bir umudu olan ümmetin mazlumlarının gözyaşları hatırına nasip etsin. Âmin.


#Kader
#İslâm
#Aleksandr Graham Bell
8 yıl önce
Kader
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset