|
Mecburi İstikamet: Hilâlin gölgesi

Ülkemizde ve dünyanın dört bir yanında yaşanan olaylara bakıyor ve neredeyse hep bir ağızdan aynı cümleyi kuruyoruz: “Bu dünyanın çivisi çıkmış!”



Hiçbir şey, olmasını istediğimiz gibi değil artık, hiçbir şey olması gerektiği gibi değil ve hatta hiçbir şey daha evvel olduğu gibi değil. Gelen günün giden günden daha iyi olacağına dair içimizde bir umut olması için dilimizde bir niyaz hâlâ var. Vâkıa, gelen gün gideni aratır oldu.



Bırakınız dünyayı, sadece ülkemizde son zamanlarda yaşananlar, içimizin dehşet ve kaygı ile ürpermesine yetiyor.

Acının birisini yaşayamadan diğeri düşüyor kalbimize. Saçmalığın birisini bertaraf etmeden diğeri yakamıza yapışıyor. İhanetin şehirlisini savuşturmadan dağlısı çalıyor kapımızı.

Bir güne yirmi dört saat yetmez oldu. Bizden evvelkilerin bir ömürde yaşayamadığını biz bir seneye sığdırdık neredeyse. Biz, yani 2016 Türkiye'sinde yaşayanlar…



Gözlerimizde yapışıp kalmış bir endişe, kalbimizde mütemâdiyen bir hüzün, dilimizde aldığımız nefesler boyu uzayıp giden dualar ve aklımızda bitip tükenmek bilmeyen sorular var.

Artık güzel bir haber aldığı için mutlu olan kimseler değiliz. Kahreden bir hadise yaşamadan günü tamamlamış olmak bizi mutlu etmeye yetiyor.

Başımıza gelebilecek hiç bir felakete şaşırmayacak kadar acıya ve kötülüğe bağışıklık kazandık neredeyse. Yalnız kaldığımızda kendimize, dost sohbetlerinde birbirimize kaygılı ama yine de bir umut için yalvaran gözlerle soruyoruz: Bu gidiş nereye? Bir gün bu kâbus biter mi?



Sizi bilmem ama ben bu soruya; 'biter' diye cevap veremiyorum maalesef. Bitmez! Dün başlamadı ki yarın bitsin. Bitmez!



Ulu Hakan'ın tahttan indirilmesiyle başlayan; Balkan Harbi, Çanakkale, İstiklâl Harbi diye devam eden, kendi elimizle kendimizi yok etmeye teşebbüs ettiğimiz on yıllar boyunca süre giden; 27 Mayıs ve 12 Eylül'le soluklanan, ikisi arasında teşebbüs edilen hamlelerle kan tazeleyen ve nihayet 28 Şubat'la perçinlenen bu kâbus öyle kolaylıkla bitmez.



Bizim ne kadar büyük bir medeniyet tasavvuruna sahip olduğumuzu idrâk edemeyişimizin tam aksine; düşmanlarımız, varisi olduğumuz can çekişen o medeniyetin kıpırdanışlarını, bizim eciş bücüş yürüyüşümüzde elân seyrettiği için bitmez. Adaletsizlik ve zulümlerle inleyen ihtiyar dünyaya taze ama eski zamanlardan âşinâ olduğu o diriltici nefesi yeniden sunabilme gibi bir potansiyelimiz, derdimiz, iddiamız olduğu için bitmez. Bizim gelişimizi kendilerince gayet haklı olarak kendi gidişlerine eş tutanların artık iyiden iyiye alenîleşen kahpeliği bitmeyeceği için bu gidiş değişmez, bu kâbus bitmez.



Ülkenin son beş altı yılına bir bakıverin Allah aşkına. MİT krizinde meselenin Fidan, Gezi'de ağaç, 17 Aralık'ta yolsuzluk, 15 Temmuz'da sulh, hepsinde birden yalnızca Recep Tayyip Erdoğan olmadığını bilip görmek için ahmak olmamak kâfi, hakikati görmek için başkaca bir meziyete gerek yok. Adamlar, bağımsız, büyük ve güçlü bir Türkiye'yi zinhar istemiyorlar, bu kadar basit! Başımıza örülen çorabın adı ASALA olamadığı gün PKK oluyor, o da olmazsa FETÖ, o da yetmezse yarın bir başka şey... Yaptırımın rengi, hainin adı, ihanetin şekli değişiyor sadece, maksat hep aynı.



Yurt dışında yaşayan dostlardan dinliyoruz oralarda medya aracılığı ile pompalanmaya çalışılan Türkiye imajını. Saddam zamanında Irak bu kadar aşağılanmamıştı diyorlar. Batı medyasında Türkiye'ye dair çizdikleri tablo şu: Demokrasi yok, Tayyip Erdoğan diktatör, 15 Temmuz'da ülkeye barış getirmek isteyen vatansever askerler öldürüldü, (rakam verenler bile var: 100.000 asker) DAEŞ'in silah ve mühimmatları Türkiye'den gidiyor, özgürlük ve insan hakları çiğneniyor ve daha neler neler...



Rus Büyükelçisi Karlov'a suikast düzenleyen teröristin FETÖ bağlantısını biz birbirimize bile anlatamazken Batı medyası olayın adını çoktan koymuş bile: El-Nusracı Türk Polisi! FETÖ'ye dair tek kelime yok çünkü adamlar için emekli vaiz ve avenesinin kendilerinden farkı yok. Diyalog çoktan meyveye durmuş anlayacağınız. Türkiye'yi, Pensilvanya firarisi namussuz gazeteci müsveddelerinin ve Can'cıkların gözünden seyrediyorlar. Gerçekte ne olduğu onların umurunda değil. Olmasını istediklerine hizmet eden zırvaları gerçekte olmuş gibi takdim etmek işlerine geliyor ve öyle de yapıyorlar.



Görünen köy kılavuz istemiyor: Bitmeyecek! Ekonomik darboğazlar, olmadı başkaca kalkışma hamleleri, yetmedi terörün bir başka türlüsü, daha olmadı açıkça savaş ilanı. Bir bahane ile bunu da yapsalar şaşırmam. İkinci soru şu: Başarabilirler mi? Başaramayacaklar! Bu düşmanlığın bitmeyeceğine inandığımdan daha fazla inandığım bir şey varsa işte budur: Başaramayacaklar!



Farkında mısınız bilmem, onlar hangi gaye ile bir şey yapsalar netice onların istediğinin tam aksi istikamette tecelli ediyor. Ülkeyi iç savaşa sürüklemek için kalkışma yapıyorlar, ülke birbirine biraz daha kenetleniyor. Türk'ü Kürt'e düşman etmek için Kayseri'de bir bomba patlatıyorlar, elinde Türk bayrakları, dillerinde “Kahrolsun PKK” sloganları ile Diyarbakır, Hakkâri, Van ayağa kalkıyor. Türkiye'yi terör destekçisi göstermek, Rusya ile yakınlaşmayı baltalamak için bir hain bulup suikast tertip ediyorlar, Rusya ile ilişkiler etkilenmiyor ama biz bu olay vesilesi ile FETÖ'nün karanlık yüzünü bir kez daha görüyoruz. Kriptolarının hâlâ devlet içinde var olduğunu, kamikazelerinin neler yapabileceğini, olağanüstü hâlin neden devam etmesi gerektiğini, bu örgütün tavanı kadar tabanının da her türlü namussuzluğa nasıl teşne olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Bir Rus atasözünden mülhem anlatalım mı meramımızı: “Hain olmayan FETÖ'cü yoktur, ele geçmemiş fırsat vardır!”



Başaramayacaklar! Bölmek için vuruyorlar, birleşiyoruz, yıkmak için saldırıyorlar biraz daha doğruluyoruz, unutturmak için çabalıyorlar, hatırlıyoruz.

Ne yapsalar olmuyor. Allah bu milleti ve bu devleti muhafaza ediyor. Bizden evvelkilerin mâzide yaptıkları hatırına mı, bizden sonrakilerin istikbâlde yapacakları uğruna mı ben bilmem, bildiğim o ki Allah Türkiye'yi koruyor.



Bitmez deyip kahırlanmanın, başaramayacaklar deyip umutlanmanın ötesinde bir şey lazım bize diyorsanız, üçüncü sorumuzu sormanın vaktidir: Ben ne yapabilirim?



Her birimiz fert fert bu soruyu kendi konumuna, durumuna, ahvâline bakarak ve asla 'benim yaptığımla ne olur ki?' demeden kendisi cevaplamalı. Ahlâkımızla daha iyi, işimizle daha kaliteli, kalbimizle daha insan olmaya mecburuz. “Bir Türk on Fransız'a, on Türk yüz Fransız'a, yüz Türk bir Fransız'a bedeldir” diye bir söz okumuştum bir zaman. Bu sözü yalanlayarak başlamalı işe belki de. Bir araya geldiğimiz vakit kuvvetten düşeceğimize inananlara inat, kuvvetimizin bir olduğumuzu anlamakla ele geçeceğini fark ederek başlamalı.



PKK'ya Türk'ten evvel Kürt isyan etmeli, Kürt'ün hakkını Kürt'ten evvel Türk müdafaa etmeli, Alevi'nin derdiyle Sünni dertlenmeli, sağcının yarasını solcu sarmalı... Arif Nihat Asya merhuma bir Fatiha ricası ile ondan ilham alarak ifade edelim derdimizi: Bu kavga Türk ile Kürt'ün, Sünni ile Alevi'nin, sağcı ile solcunun kavgası değil; hilâl ile haçın kavgası.

Hilâlin altında farklılıklarımızı bir kenara bırakarak toplanabildiğimiz gün, ne kadar kalabalık ve ne kadar 'bir' olabildiğimizi göreceğiz ve bu 'bir'in neler yapabildiğini bütün dünya bir kez daha hayret ve hayranlıkla seyredecek!

#İstikamet
#PKK
#FETÖ
#Hilâl
7 years ago
Mecburi İstikamet: Hilâlin gölgesi
Gelin bu darbe planını deşifre edelim
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…